Suriye’ye uzman miyopluÄŸu

Son bir haftadır Ankara’daki MÄ°T-savcı-polis denkleminin ÅŸifrelerini çözmeye uÄŸraşırken artık dış politika konusu olmaktan çoktan çıkan Suriye meselesinde önemli bir aÅŸamaya giriliyor. Suriye meselesi dış politika konusu olmaktan çıkalı epey oldu… Bu hüküm, hükümetin “Suriye’de olup bitenler bizim iç meselemizdir” türü riskli açıklamalarından dolayı da deÄŸil. Zaten genel anlamda da dış politika-iç politika ayrımı nerdeyse kalmadı. Hele dış politikanın devletin seçkinlerini ilgilendiren, hesap verilemez konumu aşılalı epey oldu.

Bu satırlar yazılırken DışiÅŸleri Bakanı DavutoÄŸlu’nun Amerika’daki kritik görüşmelerinden ne tür bir sonuç çıkacağı henüz belli deÄŸildi… Ancak sonuç ne olursa olsun Suriye konusunu daha ciddiye alarak konuÅŸmak zorunda olduÄŸumuz bir süreçteyiz artık. Suriye’de yaÅŸananlar da Suriye’nin iç iÅŸleri olmaktan çıktığı gibi Türkiye’de yaÅŸayan herkesin gündelik hayatını ilgilendirecek bir angajmana doÄŸru yol alındığı da gerçek.

Artık temennilerin, olması gerekenlerin konuşulmasından çok muhtemel sonuçlara dair sorumluluk bilinciyle yaklaşmak zorundayız.

Suriye’ye dair düşünülen çözümler ne olursa olsun yapılan birkaç ortak hata var:

Bunlardan ilki; Suriye’de muhalefet adına muhatap alınan, sözlerine itibar edilen diaspora ve siyasi sözcülerin gücünün abartılması. Ãœlke içinde güçlerinin ne olduÄŸuna bakılmaksızın, Suriye’den kaçtığını söyleyip basın toplantısı yapan, çoÄŸu “gücü kendinden menkul” liderlerin sözlerine fazlaca itibar edildi. Muhalefeti destekleyenler de, onlara karşı olanlar da bu aktörler üzerinden argümanlarını güçlendirmeye çalıştı. Yanlış adreslere baÅŸvurarak olayların anlamlandırılmasında yanlışlar yapılması gibi yanlış referanslardan yola çıkarak siyasi ve ideolojik söylem okumalarında da büyük hatalar yapılması kaçınılmaz görünüyor.

Bu çerçevede yine Baas rejiminin baskıları nedeniyle yurtdışına kaçan veya uzun süredir sürgünde yaÅŸayan ama Suriye’de etkinliÄŸi son derece sınırlı hatta hiç olmayan isimler üzerinden siyasal analizler yapıldı ve yapılmaya devam ediliyor. Muhalefetin tamamını Müslüman KardeÅŸler’den zannetmek gibi bir hatanın yanısıra Müslüman KardeÅŸler’in gerçekte olaylardaki etkisinin sanılandan çok az olması gibi ayrıntılar temel yaklaşım hatalarının başında gelmektedir.

Muhalif güçler arasında özellikle Batı’da sesi çokça duyulan, öne çıkarılmak istenen, düne kadar sistemle iÅŸbirliÄŸi hatta suç ortaklığı yapmış isimlerin bir anda özgürlük savaşçısı kesilmeleri hiç sorgulanmadı. Bu grup ve ÅŸahısların hangi ülke adına veya güçle irtibatlı oldukları gibi ayrıntılarla uÄŸraÅŸacak vakti olmadı Suriye uzmanlarının.

Özellikle Suriye içindeki muhalefetin yapısı doÄŸru okunmuÅŸ olsaydı içerde karşılığı olmayan ya da gücü abartılan güçlere dayalı yeni Suriye yol haritaları çizilmezdi. Paris’te Batılı çevrelerin liberal temsilcileri ile içerde karşılığı olmayan ama sesi çok çıkartılan unsurlar yerli yerine oturtulurdu.

Suriye konusunda medya ve uzman cehaleti hiç de ÅŸaşırtıcı deÄŸildi. Ne var ki dünyaya bölge dışı güçlerin gözlüğünden bakmaya alışkın, büyük güçlerin güç iliÅŸkilerini iyi bildikleri varsayılan bu uzman kitlesinin de tam bir miyopluk sergiledikleri söylenebilir. Amerika’nın ve Avrupa’nın diktatörlere karşı baÅŸkaldıran Suriyelilere hemen destek verip, birkaç gün içinde “Suriye’yi özgürleÅŸtireceÄŸi” beklentisine dayalı yorumları, sadece tek yönlü yaÅŸanan bir siyasal romantizmi deÄŸil aynı zamanda uluslararası ÅŸartları okuyamadıklarını da gösterdi.

Arap Baharı romantizmine kapılarak Suriye’yi deÄŸerlendirmenin ne kadar yanıltıcı olduÄŸu henüz tam olarak anlaşılmış deÄŸil. Hem mevcut rejimin karakteri hem de uluslararası güç dengeleri içinde Suriye’nin konumunun ne tür sonuçlara yol açabileceÄŸi gözardı edildi.

Üstelik bu stratejik miyopluk, bölge dışı büyük güçlerin bölgeyi içine çekmeye çalıştığı mezhep eksenli çatışma stratejisini yok saymak gibi önemli bir hataya düştü.

Her türlü stratejik hesabın üstünde tutulması gereken insan hayatının, adalet duygusunun kenara itilmesine neden olan Baas rejiminin sahte bir mağduriyet zırhı edinmesine yol açtı. Bu mağduriyet zırhının stratejik hesaplaşmada kurban giden binlerce insanın hayatını küçümsemeyi getirdiği açık.

Sonuçta Türkiye hem bölgesel hem de mezhep eksenli bir ayrışmanın içine itilmek istenirken Batılıların bu galibi olmayan savaÅŸta kısa vadede riske girmek gibi bir niyetlerinin olmadığı anlaşılıyor. Bu arada “ÅŸartların olgunlaÅŸması” için yaÅŸanmakta olan acıların hesabını kim ödeyecek sorusu; ya da bölgenin içine çekileceÄŸi bir etnik ve mezhep savaşının hesabının kimden sorulacağı sorusu da cevap bekliyor.

Ýlgili YazýlarDünya

Editör emreakif on February 14, 2012

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar

Bir Önceki Yazý: