İsrail’in “kırılan gururu”

İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi konusunda, kapalı kapılar ardında yürütülen çok yönlü diplomatik girişimin ardından dün itibariyle ipler kopmuş gibi görünüyor. En son Amerikan Dışişleri Bakanı Clinton’un devreye girerek Türkiye’den özür dilenmesi yönünde Netanyahu’ya yaptığı çağrı (baskı olarak da okunabilir) sonuçsuz kalmış görünüyor. Netanyahu Clinton’a “İsrail’in şu an itibarıyla özür dileme niyetinde olmadığını” açık biçimde söyleyerek, olayı soruşturan BM Komisyonu’nun Palmer Raporu’nun yayımlanmasını bekleyeceklerini kaydetmiş.

Amerika’nın özür dileme konusuna, İsrail’e baskı yapmaya varacak derecede önem vermesi yeni Ortadoğu konseptinden bağımsız düşünülemez. Mavi Marmara’da yaşananlardan hemen sonra ABD’nin adeta İsrail’i ödüllendiren açıklamaları ile bugün sergilediği tutum arasındaki farkı iyi okumak gerekiyor.

Türkiye’nin İsrail’le (siyasi) ilişkilerinin düzelmesi için öne sürdüğü şartların yerine getirilmemesi durumunda ortaya çıkacak manzara, Amerika için en kötü senaryolardan biri olmalı. İsrail’i biraz Türkiye üzerinden terbiye ederken diğer taraftan da Türkiye’siz bir İsrail denkleminin ne tür ” felaketlere” yol açacağının da farkında. Aslında Türkiyesiz bir İsrail’in yer aldığı Ortadoğu denkleminin ne anlama geldiğini, bunun kendileri açısından ne denli büyük -nerdeyse alternatifi olmayan- bir boşluk oluşturduğunu en iyi Tel Aviv biliyor. Buna karşın İsrail tarafı, kurduğu stratejik ilişkileri sürekli olarak Türkiye’ye bir tür lütfedilmiş ayrıcalık gibi sunmakta son derece başarılı oldu. Türkiye’deki öz güven yoksunu dış politika yapımcıları, iktidar erki Batı ve ABD ile olan ilişkilerini İsrail’e endekslemişti. Türkiye’nin Batılılar nezdinde adeta vizesi durumundaydı.

Oysa İsrail’in Türkiye’ye olan ihtiyacı sanılanın çok daha fazlasıydı. Her anlamda bölgeye yabancı bir u(nsu)r olarak yerleşen ve kuruluşundan beri sürekli yayılmacı ve işgalci bir stratejiyle sınır genişleten İsrail’in tek başına bu adada kalması imkansızdı. Amerikan yönetiminin üzerinde kurduğu nüfuzunu ve Avrupalıların moral anlamda ikiyüzlülüklerini istismar ederek Türkiye ile her anlamda buyurgan ve şımarık bir ilişki geliştirdi. DEVAMI>>>…

Posted under Dünya

Yazanemreakif on August 18, 2011

Tags: , , , ,

İran üzerine yanlışlar

Suriye’de yaşanan gelişmelerin etkisinin bu ülkenin hudutlarıyla sınırlı kalmayacağı çok açık. Olayların etkisi Türkiye’ye uzanmış, neredeyse bir “iç sorun” haline gelmiştir. Baas rejiminin işlediği insanlık dışı toplu cezalandırmaya varan uygulamalar vicdan sahibi her insanı etkiliyor.

Ne var ki Suriye’nin içine girdiği kaotik ortam bir çırpıda halledilecek bir mesele olmadığı gibi sorun sadece Suriye ile de sınırlı değil. Yaşanan insanlık dramına müdahale etmek, acılara son vermek adına yapılan tartışmalar olayın kendisini çoktan aşmış bölgesel hatta mezhebi bir sorun olmaması için özel çaba gösterilir hale gelmiştir.

Suriye bölgede işgal ettiği konum ve rejiminin özellikleri nedeniyle tam bir stratejik fay hattında bulunuyor. Bölgede ABD-İsrail hattının karşısında İran-Suriye hattı ve bunların kurduğu bölgesel ittifaklar bu kırılganlığı derinleştiriyor. Aynı zamanda küresel aktörlerin müdahalesiyle ideolojik ve dini bir çatışma hattı ortaya çıkıyor.

Suriye’deki katliamları durdurmak adına Türkiye’nin müdahalesini savunanlar Suriye’nin stratejik müttefiki olan İran’ı adres gösteriyor. Adeta yapılan katliamların sorumlusu olarak gösterilerek asıl hesaplaşma için İran işaret ediliyor.

Gerçekten de Suriye ile girilecek bir hesaplaşma İran’sız düşünülemez; İran’la girişilecek bir hesaplaşma da İsrail ve ABD’siz düşünülemez. Sünni-Şii fay hattı, Ortadoğu’yu tam bir kaosa çekecek akıl ve basiret eksikliğiyle, insani ve vicdani hassasiyetler üzerinden derinleştirilmek isteniyor.

Suriye’ye kim adına müdahale edileceği, İran’ı neden ve kim adına karşımıza almamız gerektiği sorgulanmadan duygusal retorikle zaten hassaslaşmış olan toplumsal vicdanları harekete geçirmek en kestirme fakat en tehlikeli yoldur. İran savunuculuğu ithamına karşın uyarıları dillendirmekte ve tıpkı Suriye konusunda olduğu gibi, yapılan yanlışlara bir göz atmakta yarar var. DEVAMI>>>…

Posted under Dünya

Yazanemreakif on August 16, 2011

Tags: , ,

Londra’da ne yanıyor?

İngiltere’deki olayların ilk başladığı Tottenham’ın benim için özel bir anlamı var. Yıllar önce Tottenham College of Technology’de ders verirken, bu kozmopolit semtin beyazların yanısıra Siyahî, Asyalı, Türk, biraz Çinlilerden oluşan öğrencilerinin birbirleriyle ilişkileri dikkatimi çekerdi. Özellikle Afrika kökenlilerin isyankâr, Çinlilerin sessiz, Pakistanlıların sakin, Türklerin bazen zencileşme eğilimi gösteren toplum içindeki tavırlarını gözlemlemeye çalışırdım.

İngiltere’deki ayaklanmalar Paris’i yakan gençlerin öfkesinden farklı… Paris’i yakan gençler dışlanmışlığın öfke patlamasını yaşıyordu. Fransız kibrine karşı varoluş ateşine dönüşmüştü eylemleri. Ve unutulmaması gereken bir husus da, Paris’i yakan gençlerin Cezayir istiklali uğruna kurşuna dizilenlerin torunları olmasıdır. Sömürgeciliğin ruhen ve bedenen tükettiği ulusların çocukları olmanın yanında, bir direniş ruhunu Paris varoşlarında yaşatma biçimine dönüşmüştü. Cezayir’de özgürlükler uğruna verilen mücadelede can ceren 1 milyonu aşkın Cezayirlinin, Kuzey Afrika’nın çocukları…

İngiltere’de ise daha çok siyahların ateşlediği bir isyan ateşi… Çoğu Karayip kökenli, Afrikalı zenciler… Bu yönüyle Paris ateşi, belki 30 yıl önceki Brixton ayaklanmasıyla benzeşir. Zaten Brixton ayaklanması ile son olaylar arasındaki farka İngiliz basını da dikkat çekiyor. Brixton isyanında siyahların her anlamda aşağılanmaya, polis şiddetine karşı ayaklanmaları söz konusuydu. Hatta the Guardian’ın editöryal yazısında da değinildiği gibi, polisin olayları provoke etmesi bile söz konusuydu… Etnik dışlanmışlık en önemli unsurdu, isyan ateşini tetikleyen…

Son olayları tümüyle etnik ve kültürel dışlanmayla okumak imkânsız. Bir yanda yağmalar devam ederken diğer tarafta Londra’da Türkler; Kuzeyde, Birmingham’da çoğu Pakistan kökenli Müslümanlar kendi mahallelerini, iş yerlerini korumak için nöbet tutuyor. Nitekim Birmingham’da teravih sonrası mahallesini korumak için nöbet tutanlar arasına katılan üç Müslüman gencin ölümü buna örnek. DEVAMI>>>…

Posted under Dünya

Yazanemreakif on August 11, 2011

Tags: , ,

Suriye’yi çok konuşacağız!

Suriye’de her gün akan kan tahammül sınırlarını zorluyor. Teravih namazından sonra kurşunlanan, gece evinden alınıp götürülenlerin sayısı tam bilinmiyor. Görgü tanığı olarak medyada görünenlerin anlattıklarına bakılırsa insanlık sınırına varılmış durumda.

Diğer taraftan silahsız değişim talepleri olarak başlayan gösterilerin tehlikeli biçimde silahlı çatışmaya dönüştürülme riski söz konusu. Çünkü silah kullandıklarında muhaliflerin bu mücadeleyi kazanmaları imkansız olduğu gibi hareketin inandırıcılığı da tartışmalı hale gelir. Muhalifler, rejimin gösterileri mecrasından çıkarmak için silah dağıttığı yönünde savunma yapıyor. Karşı tarafta ise yönetim, devleti koruyan güvenlik güçlerine “teröristlerin” yaptığı saldırılara dayanarak adeta döktüğü kanı meşrulaştırmak istiyor.

Belli ki rejimin şimdiden ahlaken kaybettiği, ama muhalefetin de bu ahlakî kirliliğe bulaştırılmak istendiği bir oyun kuruluyor.

Amerikan dışişleri bakanı, Türkiye dışişleri bakanını arayarak Türkiye’nin Suriye üzerinde baskı kurmasını istemiş. Türkiye’nin başbakanlık düzeyinde Suriye’ye sert çıkışı zaten ipleri germişti. Hemen peşi sıra Suud kralının adeta tehdit içeren mesajı ve ardından elçisini çekmesi tesadüf olmasa gerek. Hatta dün körfez ülkelerinin teker teker elçilerini merkeze çağırmaya başlamaları önemli bir işaret alındığını gösteriyor.

Bugün dışişleri bakanı Suriye’ye gidiyor. Muhtemelen diplomatik düzeyde sert bir uyarı olacak, belki de ipler kopma noktasına gelecek… DEVAMI>>>…

Posted under Dünya

Yazanemreakif on August 9, 2011

Tags: , ,

Mistakes regarding Syria

Analyzing the subject of Syria demands facing up to painful truths. My first reaction when the synergy of the “apolitical revolutions” called the “Arab spring” reached Syria was this: A very untimely attempt is being made. There are two reasons for this: The first is the minority-friendly and military character of the Baath regime; the other is the inadequacy of the necessary international conditions required to make such an attempt successful… DEVAMI>>>…

Posted under Dünya, English

Yazanemreakif on August 9, 2011