‘Süreç’ yahut ulusdevletin sonu mu?

Ulusdevleti, çaÄŸrıştırdığı ilk anlamda olduÄŸu gibi, sadece vatandaÅŸlık-kimlik tanımıyla sınırlayanlar bu modern siyasal örgütlenmeyi ayakta tutan dinamikleri yeterince kavramaktan uzak görünüyorlar. Olayı sadece kimlik tanımına indirgeyerek tartışmayı tercih ediyorlar. Bunun tipik örneÄŸi, Türkiye’deki bedeli ağır ödenen kimlik inkarlarıyla sınırlı ulus-devlet algısında görülüyor. Ulus-devletler genelde kendi ulusçuluÄŸunu icat etmiÅŸtir; ama bu özellik onun uluslararası düzeyde meÅŸruiyetini saÄŸlayan baÅŸlıca özelliÄŸi deÄŸil. Pek çok etnik yapıdan oluÅŸan, hatta imparatorluk özelliÄŸi gösteren ulusdevlet yapılanmaları bu algıyı tekzip ediyor zaten.

Modern ulus-devletlerin temeli Westphalia antlaÅŸması ile atıldı. Bu anlaÅŸmanın iki temel özelliÄŸinden biri; uluslararası iliÅŸkilerin sekülerleÅŸmesi, yani ekümenik dini otoritelerden ve kurallardan arındırılması. Böylece ulus-üstü kutsal kural ve otoritenin baÄŸlayıcılığının yerine seküler, güç dengelerine dayalı uluslararası çıkar iliÅŸkilerinin belirlediÄŸi bir düzleme geçildi. Özellikle Otuz Yıl SavaÅŸları diye bilinen kanlı mezhep savaÅŸlarından sonra Avrupa’daki siyasal dengeler düşünüldüğünde devletle kilisenin ayrışması gibi ulus-devleti doÄŸuran süreç çok iyi anlaşılır. Ä°kinci önemli özellik; her devletin sınırları içinde egemenliÄŸinin tanınması, yani içiÅŸlerine baÅŸka bir otoritenin karışmaması.

Westphalia ile kurulan ulusdevlet yapısı, soÄŸuk savaÅŸ sürecinin sona ermesiyle sarsıldı; daha doÄŸrusu derinlerden gelen bir dip dalgayla, yani küreselleÅŸme ile birkaç yüzyıldır geçerli olan uluslararası yapı deÄŸiÅŸime zorlandı. Modern devleti deÄŸiÅŸime zorlayan, kimine göre tehdit eden, sınırlarını delik deÅŸik eden küreselleÅŸme, onu iki ana özelliÄŸi konusunda yapısal deÄŸiÅŸime zorladı. Birincisi; her bir devletin içiÅŸlerinde egemenliÄŸinin, yani ‘içerde istediÄŸimi yaparım’ anlayışının çökmesi. Ä°kincisi ise ulusçuluÄŸun inÅŸa ettiÄŸi tek kimlikliliÄŸin, kültür ve ideolojinin çok kültürlüleÅŸmesi.

Buradan hareketle, küreselleşme ve ulusal egemenlik ve çok kültürlülük hikayesinin salt retorik üzerinden anlamlandırılamayacağını söyleyebiliriz. Küreselleşme aslında küresel kapitalizmin, özelde finans kapitalizminin, ulusal sınırları delmesi, şeffaflaştırmasıyla sonuçlandı. Kapitalizmin geldiği yeni aşama anlaşılmadan ne ulus-devletin meşruiyetini sorgulayan tartışmalar ne de çok kültürlülük hikayesi anlamlandırılabilir.

Bu çerçeveden bakılınca Türkiye’nin içinden geçtiÄŸi süreci anlayabilmek için, buna zorlayan uluslararası sosyo-ekonomik dinamikleri okumak daha anlamlı hale geliyor. Özal döneminde baÅŸlayan ve özellikle son on yıllık Ak Parti iktidarında iyice yerleÅŸen, küresel ekonomiye entegrasyonu saÄŸlayan, neoliberal politikalardan oluÅŸan ekonomik modelin kendi siyasal sistemini ve uluslararası iliÅŸkiler modelini doÄŸurmaması imkansızdı. Tıpkı 24 Ocak kararlarıyla baÅŸlayan ekonomik tedbirlerin olaÄŸanüstü siyasal yapıları davet etmesi gibi. O kararları doÄŸru okuyanlar askeri yönetimin geleceÄŸini görmüşlerdi.

Türkiye’nin küresel kapitalizme entegre olması yönünde sürdürülen neoliberal politikaların sonucu olarak hem siyasal ve sosyal yapısında hem de ulusdevlet olarak iÅŸgal ettiÄŸi uluslararası konumunda deÄŸiÅŸikliÄŸin meydana gelmesi beklenen bir süreçti.

Türkiye’nin OrtadoÄŸu’ya olan ilgisini ve küresel sistemle paralellikler taşıyan stratejilerini, tarihsel ve kültürel gerekçelerle meÅŸrulaÅŸtırma giriÅŸimlerini biraz da bu açıdan yorumlamayı denemekte yarar var.

Özellikle çözüm sürecinde hem iktidarın hem Ä°mralı’nın dillendirdiÄŸi ve bu yönüyle de çok ‘yerli’ görünen söylemi, küreselleÅŸmenin ekonomik ve stratejik zorlamaları açısından da okumalı. Yapay sınırların bu coÄŸrafyaya ne acılar çektirdiÄŸi söylemi Ä°slamcıların en temel tezlerinden biri iken bir anda Kürt ulusçularının ve devletin resmi dili haline gelmesindeki zorlayıcı etkiyi, en azından alternatif bakış olarak dikkate almanın zamanıdır.

Bölgede eski ulusdevlet sınırları aşılacak, yapay duvarlar ortadan kalkacaksa bunun boÅŸluÄŸunu dolduracak olan Ä°slamcı düşüncenin savunduÄŸu Ä°slam ittihadı, ümmet fikrinden neÅŸet eden bir yapı öngörülmüyorsa; uluslararası sistemin destek verdiÄŸi sınırların ÅŸeffaflaÅŸması ne anlama gelecektir? Bunun OrtadoÄŸu’nun küreselleÅŸmeye açılması, küresel kapitalizme entegre olması, yani pazar olma sürecine evrilmesi anlamına gelip gelmeyeceÄŸini tartışmak zorundayız.

Tek kültür ve tek etnik kimlik yerine çoğulcu kültürlerin hayat bulacağı iddiası bir yönüyle doğru. İnkar edilen kimliklerin kendilerini ifade edeceği bir siyasal çatıdan söz edilebilir. Ne var ki, küreselleşmenin tüm farklılıkları tekleştirdiği, hepsini benzer zevklere, benzer tüketim alışkanlıklarına indirgediği dünyadan söz ediyoruz. Yani farklılıklar adına müşteri haline getirilen küresel pazardan…

Türkiye ile birlikte bölge küreselleÅŸmeye entegre olacak, buna uygun politikalar üretilecekse bunun kültürel sonuçlarının ne olabileceÄŸi üzerinde düşünmek zorundayız. Tüm OrtadoÄŸu ‘bahar’ adına deÄŸiÅŸime zorlanırken, Türkiye hem iç politikada hem bölgesel politikalarda yeni yapısal deÄŸiÅŸikliklere giderken; küresel kapitalizmin etkilerinin bu coÄŸrafyayı nasıl etkileyeceÄŸi, modern kültürün çoÄŸulculaÅŸtırma adına nasıl hepimizi tekleÅŸtirdiÄŸi ve sıradan müşteriler haline getirdiÄŸi hususlarında kendimizi hesaba çekmek durumundayız. Sadece Türkiye’nin ve yakın coÄŸrafyasının deÄŸil tüm OrtadoÄŸunun içinden geçtiÄŸi süreç açısından bu boyutun önemli olduÄŸu muhakkak.

Ayrıca, bunca etkiye rağmen bu coğrafyanın sahip olduğu İslami değerlerin tüm bu kısır döngülerden kurtulmak için elindeki yegane varoluş imkanı olduğunu düşündüğümüzde umutlu olmaya hakkımız var demektir.

Ýlgili YazýlarDünya, Siyaset

Editör emreakif on April 25, 2013

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar