Lübnan: Ayartılanlar ve rehin alınanlar

Lübnan meclisi nihayet yaÅŸlı bir askeri cumhurbaÅŸkanı seçebildi. Tarafların bir türlü uzlaÅŸamaması nedeniyle iki yıldır boÅŸ duran cumhurbaÅŸkanlığı makamına Maruni bir Hrstiyan olan MiÅŸel Avn geçti. Lübnan’ın siyasi tarihi gibi karışık bir kiÅŸisel tarihi olan MiÅŸel Avn bir zamanlar can düşmanları olduÄŸu gruplarla kurduÄŸu ittifak sayesinde koltuÄŸa oturdu. Lübnan iç savaşında öne çıkan isimlerden biri olan MiÅŸel Avn, tüm itirazlara raÄŸmen oturduÄŸu baÅŸbakanlık koltuÄŸunu terk ederek ülkeden kaçmak zorunda kalmış, 2005 yılında da geri dönmüştü.

Normal ÅŸartlarda böylesi küçük bir ülkede ne kadar çekiÅŸmeli olsa bile temsili bir makamın seçim süreci ne bu kadar çekiÅŸmeli olur ne de dış dünyanın ilgisini çekerdi. Ancak tüm çelikleri ile bölgenin nabzının attığı bir ülke söz konusu olunca en küçük geliÅŸme bölgeyi, Avrupa’yı ilgilendiriyor. Zira Lübnan’ı bu denli kırılgan yapan unsur tarihi, kültürel farklılıkları kadar jeostratejik hesaplaÅŸmaların kesiÅŸim ağında kurulmuÅŸ olmasıdır.

OrtadoÄŸu’nun bu küçük ülkesinde ittifaklar gibi düşmanlıklar da her an deÄŸiÅŸebilir. Yapılan açıklamaların gerçekte kimle dost kimle düşman olduÄŸunu, gerçek niyetinin anlaşılmasına yetmediÄŸi. Parçalı siyasal dengelerin ne zaman ve ne yönde deÄŸiÅŸeceÄŸini kestirilemediÄŸi bir ülkeden bahsediyoruz. Sadece birbiriyle savaÅŸanlar dini gruplardan ibaret deÄŸil: Kıyasıya verilen sekter mücadelelerin siyaseti doÄŸrudan etkilediÄŸi bu coÄŸrafya aslında OrtadoÄŸu’nun tüm çeliÅŸkilerinin özetidir. Ve aynı zamanda OrtadoÄŸu’nun kaybettiklerinin hülasasıdır.
Lübnan neden OrtadoÄŸu’nun tüm çeliÅŸkilerinin özetidir? Lübnan tarihsel olarak baÅŸta Müslümanlar ve Hıristiyanlar arsında ayrım çizgisinin derin olduÄŸu bölgedir. Hem Hristiyanlar hem Müslümanlar kendi içlerinde derin husumete dönüşen ayrışmalarla anılır. Bu hassas dengeleri yüzlerce yıl yönetebilen Osmanlı döneminin sona ermesi aynı zamanda bölgenin tüm çeliÅŸkilerinin potansiyel çatışma zeminini hazırlayan dış müdahalelere muhatap oldu. Yani Fransız sömürgeciliÄŸi ülkenin geleneksel iç dengelerini parçalayan ve her an çatışmaya hazır hale gelmesi pahasına siyasal yapı oluÅŸturdu. Buna göre azınlık olan Hristiyanlara cumhurbaÅŸkanlığı, Müslümanlara da baÅŸbakanlık verildi. Ayrıca devletin deÄŸiÅŸik kurumları farklı etnik ve mezhebi gruplar arasında pay edildi. Bu paylaşımın demografik dengeleri yansıttığı söylenemez. Zaten büyük ölçüde sorunlar herkesin temsil edilmesi adına sahici bir temsiliyetin, adaletin saÄŸlanmamış olmasıdır.

Devletin zaten yapaylığı bir yana iç çelişkilerinin doğrudan siyasete yansıması bölge ülkelerinin de sömürgecilerin de her an müdahalesine açık hale getirildi. Bu nedenle kağıt üzerinde yazılı dengelerin sağlanabilmesi için de her aktör her zaman farklı güçlerle ittifak yapabilir, yeni ittifaklar kurabilmesi siyasal gelenek haline geldi.

Kalıcı sorunlardan biri Lübnan Hristiyanlarının kendilerini Arap saymayıp, batılılardan bekledikleri desteğe güvenerek ayrılıkçılığın her zaman diri olmasıdır. Araplaştırıldıklarını iddia eden Hristiyanların Finkeliliğe öykünen tarih söylemi etnik milliyetçi absürt temel oluşturma gayretinden öte ciddi bir tehdit unsuru haline gelebiliyor.

Lübnan tarihi aslında, bunca çeşitliliğine ve çelişkilerine rağmen kaybedilen bir zenginliğin, farklılıklarla beraber yaşama imkanının adıdır. Finikeli geçmişlerine öykünerek Arap ve İslam karşıtı bir milliyetçiliğe savrulan Hristiyanların bu çıkışı, kendi hafızalarına da ihanet eden bir modern sapmanın tezahürüdür.

Bu durumu en iyi açıklayan Lübnan asıllı ünlü Fransız romancı ‘Amin Maalouf’ tur. Köken olarak Maruni bir Hristiyan olan ünlü romancı, Batı Avrupa’da izine rastlanmayan bu azınlık mezhebin mensuplarının bugüne kadar varlıklarını koruyabilmelerinin Müslümanlara borçlu olduÄŸunu itiraf eder. ‘EÄŸer atalarım bu marjinal mezhebin baÄŸlıları olarak Avrupalı Hristiyan toplumu içinde olsaydı’ der yazar: ‘muhtemelen bugünkü inancımı koruyamayacak, zorla da olsa çoÄŸunluk içinde asimile edilecek, tarihten silinecektik. Böylesine bir azınlığın inancını koruyarak bugüne gelmesini Müslüman denizinin ortasında adeta Hristiyan adasında olmama borçluyum’

Lübnan’ın ve dolayısıyla OrtadoÄŸu’nun ortasında marjinal adaların varlıklarını saÄŸlayan iklimin gittikçe kaybolması, o engin denizin suyunun kıyılarımızdan çekilme tehlikesidir yaÅŸadıklarımız. Lübnan’ın ve bölgenin önündeki en büyük tehlike olanca çeliÅŸki ve farklılıkları yaÅŸatan, bir arada olma tecrübesinin tahrip edilmesidir. Yani, Müslümanlar zihnen ve fiziken marjinalleÅŸtirilip Müslümanca bakışları rehin alınırken azınlıkların tahrik edilerek şımartılması, bölge dışı ayartmalara uygun hale getirilmesidir.

Ýlgili YazýlarDünya

Editör emreakif on November 1, 2016

Etiket:

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar

Daha Yeni Yazýlar:
Bir Önceki Yazý: