“Hakikat” bulgularla açıklanamaz

Toplumsal gerçeklere, topluma dair hüküm ifade eden her cümle artık “sosyolojik veriler”e göre kuruluyor. Bilimsellik, gerçekçilik, tarafsızlık maskesi takmış oluyoruz böylece. Söz gelimi Türkiye’de insanların ne kadar muhafazakar ya da hoÅŸgörülü olduÄŸunu anlamak için illa sosyolojik bir araÅŸtırma yapmak gerektiÄŸine ve bu araÅŸtırmanın verilerine dayanarak konuÅŸup ona göre yorum yapmak gerektiÄŸine inanır oldu mahalle bakkalı bile.

Bu tarafsız ve de kesin bilimsel verileri sunan araÅŸtırma bir de yurtdışında, özellikle Amerika’da, yapılmışsa zaten akan sular durmak zorunda. “Amerika’da yapılan son araÅŸtırmaya göre” diye baÅŸlayan bir cümle kurduÄŸunuzda size kim itiraz edebilir? “Ancak, baÅŸka bir araÅŸtırmaya göre” diye söze giremiyorsanız zaten hiç ÅŸansınız kalmamıştır. Bilim çağında toplum gerçeklerini de ancak bilimsel ölçümlere göre deÄŸerlendirebilirdiniz.

Yeni üretilen bir malın pazar araÅŸtırmasını yapar gibi dindarlık, muhafazakarlık, milliyetçilik araÅŸtırması yapmak da her an çökecek gibi duran sosyolojinin omuzlarına yüklendi. Artık Allah’a ne kadar inanıp inanmadığımız, ne kadar dürüst ya da nefretle dolu olup olmadığımızı “kötülük ölçer”e bakar gibi toplum bilimlerine bakarak anlıyoruz. Sosyologlar kendi içinde sosyolojinin rakamlara indirgenip indirgenemeyeceÄŸini tartışadursun, piyasa çoktan “deÄŸerleri” terazi kefesine koydu bile.

Bu sosyolojik araÅŸtırmaların tümden boÅŸ iÅŸler olduÄŸu kastetmiyoruz elbette. Sonuçta insan davranışlarının toplumsal alanda göstergeleri üzerinden bir deÄŸerlendirme yaparak bazı sonuçlar elde ediyorsunuz. Bu tür teknikler iÅŸe yaramasaydı, Sosyoloji, Saint Simon’dan bu yana toplumun ideolojik dönüşümü adına bu kadar merkezi bir yer iÅŸgal etmezdi. En basitinden seçimlerdeki eÄŸilimleri, artık nerdeyse kesin denecek kadar, rakamsal ifadeye döken teknikler geliÅŸmeseydi siyaset erbabı böylesine büyük paralar dökmezdi. Her siyasi parti bildiÄŸini okur, sonucu beklerdi.

Bir imkan olarak istatiksel rakamlar sunan araÅŸtırma yöntemlerinin “a” mı yoksa “b”yi mi tercih edersiniz türünden sonuçlar için kullanışlı olması ile Sosyolojiye varoluÅŸsal anlam yüklenmesi arasında mahiyet itibariyle derin bir fark olduÄŸunu fark edemeyen gazetecilerin, iÅŸi gereÄŸi sosyal bilimcilerin ve buna yaslanarak müteffekkirane yorumlar yapan aydın kesimin, siyasilerin durumudur asıl vahim olan.

Medyada yer alan ve özel bir üniversitenin akademik kadrosunun gerçekleÅŸtirdiÄŸi bilimsel bir araÅŸtırmanın sonuçlarını okurken sosyal bilimlerin ne kadar kutsal bir dokunulmazlık halesiyle sarmalandığını, en azından bu algıyı tetikleyen bir dil kullanıldığını bir kez daha fark ettim. Tıpkı makine çağının harika aletleri karşısında aklı kamaÅŸan insanların özellikle “pozitif- rasyonel” bilimlere, teknolojiye yüklediÄŸi anlam gibi. Sosyal bilimlerin verileri toplum gerçekliÄŸine dayandığına göre gerçekliÄŸi kutsanmıştı, tartışılamazdı sanki.

Kutsanmış sosyal bilimlerin toplumun kutsalla olan ilişkilerini araştırıyor olması da çok ironik. Araştırma verilerini yorumlayan sosyal bilimler, akademi üyeleri de kutsalın havarileri gibi ürküten ya da sevindiren haberleri açıklıyor.

Ve bilim havarileri içinde bulunduÄŸumuz durumu benliÄŸimizi sarsarak açıklıyor: “Dünyanın en dindar toplumlarından biriyiz. OkumuÅŸlarımız arasında muhafazakarlık artıyor. Erkeklerimizin yarıdan fazlası farklı aralıklarla camiye gidiyor. Ve de buna paralel olarak ne kadar hoÅŸgörüsüz bir toplumuz! Kadınların büyük çoÄŸunluÄŸu hangi sapkın eÄŸilimlilerle komÅŸu olmak istemiyormuÅŸ çünkü…

Toplumsal araştırma tekniklerinin araştırmacılara sunduğu bazı rakamlara göre yan yana dizayn edilen bu sonuçlardan bu toplumun ruhunu, gerçekliğini ne kadar elde etmiş oluyoruz?

Basit bir örnekleme ile, camiye kaç kez gittikleri sorusu bile bir Hıristiyan Batı toplumuna göre kurgulanmış araÅŸtırma sorusu deÄŸil mi? Kiliseye gitmekten baÅŸka ibadet tarzı olmayan bir topluma yönelik hazırlanan soruları cami olarak adapte ettiÄŸinizde mesele bitiyor mu? Camiye gitmeden ibadet yapılamaz mı? Yahut sosyal baskı, iÅŸyerinin düzeni gibi gerekçelerle camiye gidemeyenlere -ki Batı’da bu pek söz konusu olamaz- ne olacak?

Mesele, araştırmada kullanılan sorgulama tekniklerinden ibaret de değil; temel itirazım da bu değil. Verili rakamlara göre muhafazakarlık, dindarlık, kindarlık ölçütü belirlemek hangi toplum mühendisliğine hizmet etmektedir? Herhangi bir gazete okuyucusu, siyasal teamüllere dair, gerektiğinde, istenilen mesaja uygun şekilde soru sorulup sonuç alınabildiğini bilir. Ve bu da pekala bilimsel yöntem ve tekniklere uygun yapılır.

Mesele; neyin dini/leÅŸeme, neyin muhafazakarlık yahut kindarlık sayıldığı meselesidir. “Kendimi dindar sayıyorum” beyanının yanı sıra “falan iÅŸe dini karıştırmamak gerek” diyebilmek dindarlaÅŸma mıdır, yoksa tutuculuk anlamında muhtevası boÅŸaltılmış bir muhafazakarlık mıdır?

Kavramların alt üst edildiği, rakamlara boğularak sunulan bulgular kimi gerçeklikleri açıklayabilir ama bu toprakların hakikatini başka yerde aramayı gerektirir.

Bu toprakların ruhunu soruyorsanız… yine de ne rakamlara ne de sosyolojik araÅŸtırmalara sığmaz.

Ýlgili YazýlarDüşünce, Genel

Editör emreakif on October 4, 2012

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar