Düşünürün sürgün olarak portresi

Bu hafta içinde, önemli İngiliz tarihçilerden Eric Hobsbawm 95 yaşında öldü. Kişiliği ve dünya görüşüne gönderme yaparcasına Sovyet Devriminin gerçekleştiği yıl doğmuş olması ilginç bir rastlantı olarak geçiştirilebilir mi? Zaten kendisinin de yazdığı otobiyografisine Tuhaf Zamanlar (Interesting Times) ismini vermesi, bu ilginçliğe işaret eder gibidir.

Edward Said, Filistinli bir Arap olarak dünyaya geldi. Varlıklı bir ailenin çocuÄŸuydu ama Hıristiyan bir Araptı. Müslüman adasında Hıristiyan azınlık olmak… Ãœstelik DoÄŸu Hıristiyanlığına ait olmayan bir kilisenin mensubu olarak… Ortodoks çoÄŸunluk içinde marjinal sayılan bir Batı Hıristiyan kilisesinin ilk öncülerindendi ailesi. Zengin olması, ortalama Filistinli Araplardan; Hıristiyan olması Müslümanlardan, DoÄŸu kilisesine mensup olmaması Ortodokslardan ayırıyordu onu.

Edward Said’in ailesi, Filistin’den Kahire’ye göç ettiÄŸinde zaten her anlamda bir yabancıydı artık. Zengin Hıristiyan bir Filistinli olarak Kahire’de Avrupalıların yaÅŸadığı bir semtte çocukluÄŸunu geçirecekti. Ä°smi bile ayrıksıydı. Ä°ngiliz kralının adından mülhem Edward ve Said… Bu uygunsuz sentezi hayatının ileriki aÅŸamalarında hissedecekti: Bir tür ne DoÄŸu’ya ne Batı’ya ait olamama hali…

Eric Hobsbawm, Viyanalı bir Yahudi anne ile Ä°ngiliz Yahudisi bir babanın çocuÄŸu olarak Mısır’ın Ä°skenderiye ÅŸehrinde doÄŸduÄŸunda her anlamda doÄŸduÄŸu toprakların yabancısıydı. Edward Said’in aksine, çocuk yaÅŸta Viyana’ya geldiklerinde yoksul düşecekler; kısa aralıklarla anne ve babasını kaybedecektir. Berlin’de akrabalarının yanında hayata tutunmaya çalışırken Nazilerin ayak sesleri yükselmeye baÅŸlamıştı çoktan. Göçmen, Yahudi ve öksüz olarak alt sınıftan biridir; erken yaÅŸta Sosyalist hareketlere katılacaktır. Nazilerin iktidara gelmesinden hemen önce Almanya’yı terk edip Ä°ngiltere’deki akrabalarının yanına sığınacaktır. Ä°skenderiye, Viyana, Berlin’den sonra Ä°ngiltere’de göçmen bir Yahudi ve Komünist olarak hayatta tutunmaya çalışacaktır.

Edward Said haÅŸarı, zeki belki de şımarık bir zengin çocuÄŸu olarak erkenden Amerika’nın yolunu tutacaktır. OkuduÄŸu yatılı okulda bir OrtadoÄŸulu olarak Edward ve Said terkipli tuhaf isme yansıtılan yadırgama ve dışlamacı tavırları, baÅŸta okul idaresi olmak üzere arkadaÅŸlarından da hissedecektir. Ten rengi, artık Ä°srail iÅŸgali altındaki topraklara aidiyet; hayat tarzını benimsediÄŸi toplum içinde de ötekileÅŸtirilmesi için yetiyor, artıyordu bile. Bu ötekileÅŸtirmenin kiÅŸiliÄŸinin oluÅŸumunda ne denli etkili olduÄŸunu zamanla fark edecektir.

Başarılı bir eğitim hayatından sonra akademide karar kılması, Amerika gibi farklı renk ve kültürlere görece daha açık bir toplumda bile ötelenmesini engellemeyecektir. Parlak kariyeri, entelektüel kapasitesi müzikten edebiyata varan akademik ilgileri, kariyeri için yeterli olsa da kişiliğinin ihtiyaç duyduğu aidiyeti karşılamaya ne kadar yetebilecekti ki?

Hobsbawm, maddi yoksunluÄŸuna karşın okumaya, öğrenmeye duyduÄŸu aÅŸkla basamakları hızla tırmansa da gerek savaÅŸ yıllarında gerekse sonrasında Yahudi kimliÄŸi ile açıktan olmasa da sosyalist fikirleri nedeniyle kuÅŸkuyla bakılan bir isim olacaktır. Komünist Parti üyeliÄŸi ve bu parti içindeki konumu resmi iliÅŸkilerinde ötekileÅŸtirilmeye yetecektir. Özellikle Amerika’ya gidiÅŸlerinde siyasi tavrı nedeniyle farklı uygulamalara maruz kalacaktır.

Edward Said, Amerika’ya yerleÅŸecek, iyi bir akademisyen ve parlak bir entelektüel olarak yer edinecektir. Ne var ki, doÄŸduÄŸu toprakların kurtarılması için, iÅŸgale karşı verdiÄŸi entelektüel ve siyasi mücadele nedeniyle doÄŸrudan ve dolaylı kuÅŸatmaya maruz kalacaktır. Yahudi lobisinin baskıcı gücü, akademik ve entelektüel çevrelerdeki etkisi nedeniyle yalnızlaÅŸtırılsa da Filistin meselesini sonuna kadar savunacak, Amerikan toplumunun beyin kıvrımlarına nüfuz eden bir dille davasını bitimsiz bir enerji ve saÄŸlam argümanlarla anlatacaktır. Filistin davası onun için o kadar varoluÅŸsal bir dava idi ki, ihanet saydığı anlaÅŸmalar nedeniyle FKÖ’ye bile ters düşecek ve örgütten ayrılacaktır.

Filistin davasının siyasal önderliÄŸi, Oslo süreci ile davayı terk etmiÅŸti onun gözünde. Ama o hep Filistin’i savundu, o hep Filistin oldu. Filistin’in bu ‘yersiz yurtsuz’ (aynı zamanda otobiyografinsin de ismi) çocuÄŸunun Filistin’den baÅŸka tutunacak neyi vardı ki?

Hobsbawm, Marksist bakış açısıyla modern Batı Avrupa’nın tarihini yazdı. Devrimler çağını, imparatorluk ve sanayileÅŸmeyi, sermaye çağını anlattı. Hep kaybedenlerin yanında durdu ve onların sesi oldu. Siyasal mücadelesini de Komünist Parti’de sürdürdü. Sovyetlerin çökmesiyle Komünist Parti’nin de sonu gelmiÅŸti. Parti’nin tutarsız söylemi, onu idarecilerinden olduÄŸu partisine yabancılaÅŸtırdı. Ama herkesin terk ettiÄŸi dönemde bile Parti’de ısrarla kaldı. Komünizm çökmüştü, kapitalizm iflas etmiÅŸti, Komünist Parti’nin söyleyeceÄŸi kalmamıştı. Ama o sonuna kadar kaldı. Otokritik yaptı ama itirafçı olmadı.

Bilim adamı olarak, entelektüel olarak, düşünür olarak yersiz yurtsuz iki insan var karşımızda. Birinin Filistin davasına olan sadakatinde, diÄŸerinin çökmüş Komünist Parti’ye olan sadakatinde kiÅŸiliklerini ÅŸekillendiren öteki, mülteci, aykırı; hasılı yersiz yurtsuz oluÅŸlarının etkisi çok önemli olmalı.

Ýlgili YazýlarDünya, Kültür

Editör emreakif on October 6, 2012

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar