Bir aydın sınavı olarak laiklik

Türkiye’de Müslümanların jakoben laiklik ile var olan dertleri, hesaplaşmaları başka hiçbir Müslüman ülkeyle kıyaslanamayacak mahiyette… Yakın tarihte yaşanan alt üst oluşların mahiyeti büyük ölçüde bu çatışma ile alakalıdır.

Ne var ki epey bir süredir İslami hassasiyet iddiasındaki çevrelerde mesele dondurulmuş durumdaydı. Nihayet çok kritik bir zaman ve mekanda derin dondurucudan çıkarıldı. Ve hemen benimsenmiş olarak Afrika’da görücüye çıkarıldı.

‘Laiklik ihracı’ konusunda yapılan tartışmalar iki eksende ilerledi…Bir ksmı ne olursa olsun Başbakan’ı destekleyen, yapılan açıklamaları real politik ve stratejik çerçevede okumaya çalışan entelektüel derinlikten çok politik söyleme tıkayanlar…. İkinci kısım ise laikliğin kavramsal çerçevesi etrafında tartışma yürütenler… Hayli azınlıkta olan bu kesim içinde de azımsanmayacak bir sayıda kalem erbabı, gerçekte ne kadar laik olduklarını resmi söylemden cesaret alarak açık etmiş oldular.

Jakoben Fransız laikliğine karşı Anglo-Sakson sekularizmini öneren ve laikliği bununla meşrulaştıranlardan, devlet- fert ikilemi üzerinde son derece sorunlu, bir parçalı zihin ve benlik tezahürü argümanlar boy gösterdi.

Laikliği jakoben uygulamalarla sınırlayıp, Anglo-Sakson sekülarizm üzerinden hayatın tüm alanlarını sekülerleştiren birey ve toplumun dinle olan sahih bağını koparan daha derinlere nufuz eden bir laikleşme modelinin bizzat Müslüman kimliği ile önerilmesi protestanlaşmanın, dünyevileşmenin meşrulaştırılmasından başka bir şey değil.

Laiklik konusunda kiliseli toplum-devlet ilişkisi üzerinden tarihsel çözümleme yapmak kısmen açıklayıcı olsa da bizim tecrübemize denk gelmediği gibi küresel sistemle ilişkileri açıklamaya yetmiyor. Hele hele laiklikle anladığımız manada sorunu bulunmayan Ortadoğu için hiç anlamlı durmuyor. Yaşadığımız hayatın dünyevileşmesi bir yana dinle irtibatını keserek bireyi ve toplumu varoluşsal anlamından kopartan seküler projelere sessiz kalınması hatta onaylanması gerçekten üzerinde durulması gereken bir konu. Müslümanlığın modern dünya ile sorunlarını devletin tüm dinlere eşit mesafede olup olmaması gibi alana indirgeyen bir laiklik tartışması küresel sistemin taleplerinden bağımsız ele alınamaz.

Laiklik tartışması cari küresel projelerden bağımsız ele alınamaz. İslam âleminin küresel kapitalizme müşteri yapılabilmesi, sisteme iç/ edilebilmesi için sekülerleşme sürecinin tamamlanması gerekir. Bir zamanlar Türkiye jakoben laikçiliği özellikle Ttunus ve Cezayir’e ihraç etmekle övünürdü. Şimdi ise eskiyen bu modeli yenilenmektedir.. Mesela Sarkozy laikliğin faziletleri üzerine bir söylev çekseydi etkisi ne olurdu?

Yazının amacı laiklik tartışması yapmak değil. Ancak son bir haftalık tartışmalardan yola çıkarak birkaç hususun altını çizmekte yarar var.

Bir: Aydın olma sorumluluğu (her tür) iktidarla mesafeli olmayı gerektirir.

İki. Muhalif olmak düşman olmak anlamına gelmez, hakikatı açıklama, uyarma özgürlüğü bahşeder

Üç. Türkiye’de batıcı seküler aydınların tıkanmalarının, özgün bir şey üretememelerinin başlıca nedeni bu toprağın birikimine yabancılaşmış olmaları kadar her daim ‘devlet iktidarı’ndan yana olmalarıdır

Dört. Muhafazakar iktidar İslami birikimleri de içine çekerek entelijansıyayı, aydınları adeta bürokratlaştırdı. Bu süreç entelektüel verimı kısırlaştırdığı gibi günlük siyasetin güdümüne sokarak sorgulamayı , muhalefeti engelledi.

Beş. Laiklik tartışmasında resmi açıklamaların bile çok gerisinde kalan bir entelektüel kapasite sergilendi ve sesi kısılmış vicdani duruş ortaya çıktı.

Altı. Oysa ki real poltik ne olursa olsun ilim ve fikir erbabının hakikatı sürekli diri tutması her şeyden önce bir sorumluluktur ve buna iktidarın da ihtiyacı vardır.

Yedi. İlkesel konularda bağımsız düşünebilmek , fikir üretmek gücün esareti altına girerek gerçekleştirilemez

Bu konuda son not; Ortadoğu yeniden şekillenirken verilen mesajları Türkiye’nin içpolitik dengelerine yönelik okuyup küresel ve bölgesel açılım çeliskisini bir kenara bırakarak stratejik bakış bağımlılığından kurtulmak gerekir. Hangi Türkiye’nin ne mesaj verdiği stratejik kaygılardan çok daha önemlidir. Neoittihatçılıkla ayrışan çizgiyi belirleyen de bu sınır olsa gerek.

Almanya’da 50 yıl

Bugünlerde Türklerin Almanya macerasının yarım yüzyıllık hikayesini hatırlamakla meşgülüz. Gerçekte İkinci Viyana bozgunuyla başlayan bir hüzünlü bir hikayedir. En son 20. yüzyılın başlarında binlerce Anadolu’dan Balkanlar’dan gönderilen Osmanlı çocuğu Almanya’da işci olarak, talebe olarak bulundu.

Almanya maceramız şu açıdan önemli: Belki tarihte ilk kez iki medeniyet farklı bir ilişki düzeyinde bir araya geldi. Yani Müslüman bir toplum olarak Anadolu’dan çıkan insanlar gönüllü olarak başka bir toplum içinde yaşamayı seçtiler. Maddi ölçülerde zayıf durumda olan bizdik. Hayatında büyük şehir bile görmemiş Anadolu köylüsünün hâlâ kendi kimliğini koruyarak öz güvenini yitirmemesi ait olduğu medeniyetin ne denli köklü olduğuyla alakalıdır. Bu idrak yitirildiğinde asimilasyon geçekleşecek demektir. Laiklik tartışmalarını bu çerçevede de okumalı. Almanya hikayemizi daha çok ele alacağız.

lgili YazlarDüşünce

Editr emreakif on September 20, 2011

Yorumunuz

İsminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

Kişisel Blogunuz

Comments

Dier Yazlar