Zaman mekan kamera

Hayat mekanla sınırlı, zamanla kayıtlı… Mekanla sınırlanmış hayatımıza, eşya ile kurduğumuz ilişkiler ağı farklı bir boyut katıyor. Zamanı iplik iplik ören bu çok katmanlı ilişkiler yumağı da hayatımızın anlamına dair dışa vuran görüntüler. O an, orada ve onunla boyut kazanan, hayatı mekanikleşmekten kurtaran, ona anlam katan şey nedir? İnsan oluşumuzu anlamlı kılacak olan da bu anlam arayışı değil mi? İnsan zaman, mekan ve eşyayı aşan anlam boyutunu çoğu kez izah etmekte zorlanır. Sanki eşyanın da bir ruhu vardır; belli bir zamanlamayla o mekana doğru karşınıza çıkmak üzere yol almaktadır.

Kamera, insanoğlunun hayatına gireli çok az zaman geçti. Ama teknolojik bir buluş olması eşya olma niteliğini değiştirmiyor. Hayatın katmanları içinde o kendi, anlamını buluyor.

FotoÄŸrafa dair Susan Sontag’ın bir tespiti bana hep çarpıcı gelmiÅŸtir. ‘FotoÄŸraf bizim fethetme duygumuzu karşılar (tatmin eder).’ BaÅŸkalarını, baÅŸka mekanları ele geçirme, fethetme belki de hükmetme tutkumuzun ifadesi… Bir fotoÄŸraf karesinde dondurduÄŸumuz o görüntünün, içimizde itiraf edilmemiÅŸ duyguların yansıması olarak, böyle bir boyutunun olması her zaman geçerli bir durum mudur?

Kafamda hem bir projeyi gerçekleÅŸtirmek hem adeta tarihin, mekanının katmanları arasında, kaybolan hakikatini ortaya çıkarmak, bir tür bilgi arkeolojisi yapmak gibiydi belgeselle uÄŸraÅŸmak. Bunun en son ve çarpıcı deneyimini Ä°spanya’da yaÅŸayacaktım. Endülüs’ün izinde, zamanının unutturamadığı, sis perdesinin tümüyle gizleyemediÄŸi, mekanının yok edemediÄŸi bir tarih yolculuÄŸuna dönüşmüştü çekimler…

Her şey, daha önceden tasarlanmış çekim takvimine göre işliyor. Yer yer ilaveler, öngörülmemiş çekimler, çekim sürecinde değişiklikler yapmayı gerektiriyor. Hesapta olmayan unutulmuş detaylar yahut keşfedilen yeni bir unsur, tüm öngörüleri altüst edebiliyor. Bu nedenle çekim planında bir kaç kez değişiklikler yapmak zorunda kalıyoruz.

Çekimler ilerledikçe planlanan çekim sırası da, zamanlama da alt üstü oluyor, sıralama değişiyor. En sona bırakılan bir çekim daha ön sıralara alınabiliyor. Canlı röportajlar, randevular, beklenmedik aksamalar vb. yeni bir çekim planı yapmayı gerektiriyor.

Haftalar süren, çoÄŸu Alpujara daÄŸlarındaki köylerde geçen çekimlerden sonra Cebeli Tarık BoÄŸazı’na iniyoruz. Elmeriye’den Malaga’ya doÄŸru uzanan sahil ÅŸeridinde Akdeniz’le Atlas Okyanusunu birleÅŸtiren mavilik tüm yorgunluÄŸu unutturuyor… Sahil boyu bir kaç kilometrelik aralıklarla görülen kuleler…

Bir zamanlar Osmanlı denizcilerinin baskınlarına karşı inÅŸa edilmiÅŸ bu kuleler ne çok ÅŸey anlatıyor… Silindirik yüksek kuleler hala ufuktan gelecek yelkenlileri bekler gibi… Sahil boyu ilerlerken daha önce görmediÄŸim, bu nedenle de çekim planına almadığım bir yapı karşıma çıkıyor: Bir Endülüs murabıt kalesi… Sahilde çok büyük olmasa da askeri bir karakoldan daha fazlasını içine alan bir kale… Endülüs sahilindeki bu erken dönem murabıt kalesi sahilden gelecek baskınlara karşı Daru’l-Ä°slam’ı korumakla görevli… Ä°spanyolların gözcü kulelerini çekmek isterken karşıma çıkan bir murabıt kalesi tarihin derinliklerine götürüyor sanki.

Asıl mekan, tarih ve kamerayı buluşturan sahneyi başımı biraz yukarı kaldırınca görecektim… Murabıt kalesinin hemen üstündeki tepede bir İspanyol gözcü kulesi… Evet, ikisi aynı karede şu an.

AÅŸağıda Daru’l-Ä°slam’ı korumak için yapılmış bir Endülüs murabıt kalesi, onun hemen üstende Ä°spanyolların Müslüman denizcilerin baskınlarına karşı inÅŸa ettikleri kule… Sanki tarih ters yüz edilmiÅŸ gibi. Yukarıdaki kule Moriskoların imdat çığlıklarını hatırlatıyor…

Tarihin ters yüz oluşunu bu kareden daha iyi ne yansıtabilir. Belki kamera burada tarih ve mekanın kesiştiği ana tanıklık ediyor; tarihe ve mekana hükmetmese de keşfediyor…

Artık ikindi vakti yaklaÅŸtı. GüneÅŸ ufka iyice yaklaÅŸmış, günün son ışıkları denize baÅŸka bir derinlik katıyor. AÅŸağıda deniz ve denize açılan vadi… Gırnata’dan buraya, Akdeniz’e açılan vadi… Günbatımına yakın bu vadiyi çekerken Gırnata’nın düşüşünden sonra akın akın buraya gelen Endülüslü Müslümanların çığlıklarını, hüzünlerini, yenilmiÅŸliklerini görür gibiyim. Gırnata düştükten sonra Endülüs Müslümanlarının anayurtlarını terk ettikleri son sahil… Bir zamanlar gemileri yakarak bu toprakları vatan edinen Tarık’ın ahfadı karşıya, Afrika’ya, Cezayir’e, Fas’a geçmek için yaktıkları gemileri bekliyor…

Vadiye hakim tepedeki villanın sahibi, izin alıp bahçesinde çekim yaparken, güzelim manzaranın benim için neleri çaÄŸrıştırdığının farkında olmadan, ‘manzara nasıl’ diye soruyor. ‘MüthiÅŸ’ diyorum… Tek kelime…

Günün son ışıkları bitmeden, Gırnata’nın düşmesiyle kitleler halinde bu vadiden sahile akan kitlelerin mahÅŸeri çığlıkları, hüzünleriyle beraber yavaÅŸ yavaÅŸ gurub ediyor güneş…

Ve o an… Her ÅŸey bittikten sonra bir ÅŸeyi fark edecektim. ÇektiÄŸimiz bu sahnenin, yani Müslümanların Endülüs’teki varlıklarının sona erdiÄŸi, memleketlerini terk ettikleri bu sahilin bizim de Endülüs’te belgesel için çektiÄŸimiz son sahne olduÄŸunu fark ettim. Bu sahili çekmeyi planlamıştık; ancak akış gereÄŸi zamanlama olarak son çekim olarak deÄŸil… Ne yaman, ne sarsıcı bir durum. Ä°ÅŸte kader denilen zaman ve mekanın eÅŸya ile buluÅŸturduÄŸu o görünmez plan… Zaman, mekan ve kamera ancak bu kadar kendi başına bir mesaj içerebilirdi.

Belgeselin çekimine Tarık’ın gemileri yakarak çıktığı mekandan baÅŸlamamıştık ama bu sahil final sahnesi, çekimlerin son karesi oldu. Ertesi sabah, Tarık’ın Endülüs’e çıkışından bir yıl önce, beÅŸ yüz Müslüman savaşçının keÅŸif için çıktığı sahilden, Tarif Limanı’ndan Tanca’ya doÄŸru yola çıkacaktık.

Ýlgili YazýlarDünya, Düşünce, Kültür

Editör emreakif on March 9, 2013

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar