Sarayların dili

Geçen gün yakın dostum Kemal Kahraman, deÄŸerli yazar Ä°brahim Çelik’le beraber bizi Dolmabahçe Sarayı’nı gezdirirken önemli ayrıntıları keÅŸfetmemi saÄŸladı. Saray olanca batılı etkiye raÄŸmen hala geçiÅŸ döneminin, geleneÄŸin izlerini de taşıyor.

Dolmabahçe Sarayı; batılılaÅŸmayı kaçınılmaz bir kader olarak gören, hatta deÄŸiÅŸen ÅŸartlar karşısında bu politikayı devletin bir cevabı sayan tarih yorumuna göre, Osmanlı modernleÅŸmesinin dünyanın akışına karşı geliÅŸtirdiÄŸi bir cevaptı. Topkapı Sarayı 19. yüzyılın modern diplomatik teamüllerine cevap vermiyordu; artık yeni ÅŸeyler söylemek lazımdı…

DiÄŸer taraftan dışarıdan alınan borç para ile yaptırılan bu Saray Osmanlı’nın kökünden kopuÅŸunun bir simgesi idi. Nitekim Saray’ın mobilyalarından tefriÅŸatına kadar hemen her ayrıntı, batılı usul ve zevke göreydi. Geleneksel Osmanlı hayat tarzındaki köklü deÄŸiÅŸimi simgeleyen duvarlardaki Batı tarzı tablolara, masa-koltuk düzenine geçiÅŸ… Her ne kadar yine Sultan Abdülmecid döneminde yaptırılan kasırlarla kıyaslandığında geleneÄŸin, Osmanlılığın etkisi görülse de… DiÄŸer yapılar tam anlamıyla Fransız mimarisinin eseri.

Dolmabahçe Sarayı’nın yerine yapıldığı eski Osmanlı yapılarıyla kıyaslanamayacak derecede bir zevksizlik abidesi olduÄŸunun altını çizer Turgut Cansever. Ä°lk bakışta taklit bir Avrupa sarayı görünümü veren Dolmabahçe ile Cumhuriyet’in kurduÄŸu iliÅŸki de çok önemli. Saray’ı kullanmaktan çekinmeyen Cumhuriyet elitleri, Saray’ın kendi içinde oluÅŸturduÄŸu Osmanlılığın izini taşıyan ayrıntıları da mümkün olduÄŸunca silmeye çalışmış. Mesela, duvarları süslemek yerine depolara kaldırılan Abdülmecid’in yazdığı çok sayıda hat eseri yeni keÅŸfedilmiÅŸ. Bahçesiyle birlikte Saray’ın ancak beÅŸte biri kurtarılabilmiÅŸ. Dünyanın hiç bir yerinde rastlanmayacak bir görgüsüzlükle saray bahçesine futbol stadyumu, silüetini bozacak biçimde de tepesine otel yapan piyasa esiri bir toplum olduk.

Louvre sadece sömürgecilikle açıklanamaz…

Avrupa efsanesi biraz da Paris demektir. Fransız modernleÅŸmesinin her anlamda sembolleÅŸtiÄŸi ÅŸehir… Paris’i önemli kılan sadece modern dönem mimarisi, ÅŸehirciliÄŸi deÄŸil elbette. Biraz bugünün Paris’ini hazırlayan tarih, devrimler, ayaklanmalar, düşünce akımları, sanat ürünleri… Ve tüm bu mirası bugüne taşıyan eserler, mekanlar…

Louvre Sarayı ile ya da baÅŸka bir Avrupa baÅŸkentindeki herhangi bir sarayla aynı dönemin Osmanlı sarayını, hatta hemen hemen aynı dönem yapılan Isfahan’daki NakÅŸ-ı Cihan’ı veya Lahor’daki Ekber Åžah’ın sarayını karşılaÅŸtırmak, sarayların temsil ettiÄŸi farklı dünyaları anlamaya çalışmak, hayli ilginç sonuçlar verebilir.

Louvre Sarayı’nın bugüne yansıyan son hali, 17. yüzyılın sonlarına dayanır. Bu Saray’ın ihtiÅŸamı, zenginliÄŸi, büyüklüğü, ÅŸatafatı ile Fransız eÄŸitimi alan Cumhuriyet aydınlarının ÅŸekillendirdiÄŸi eÄŸitim sistemimizin zevk safa içinde yaÅŸadıklarını telkin ettikleri Osmanlı sultanlarının saraylarını kıyaslamak insanların akıl ve ahlaklarıyla alay etmek olur. Fransa ya da herhangi bir Avrupa sarayını hiçbir tarih bilgisi olmadan gezen biri bile DoÄŸu sarayları ile hiçbir kıyasın yapılamayacağını anlar.

Bu, Osmanlı ya da Doğu saraylarının debdebesinin, sürülen saltanatın tümüyle ak pak olduğu anlamına gelmez. Ancak en basit ölçüde maddi boyutun bile kıyaslanamayacak ölçüde ve mahiyette olduğu rahatlıkla söylenebilir: Büyüklük tutkusu.

Louvre Sarayı’nın ve etrafındaki yapıların hacmi ve ekonomik maliyeti bugün bile kıyaslanması zor bir harcamayı gerektirir. Bu servet sadece imparatorluÄŸun öz kaynaklarıyla karşılanamayacağı gibi salt sömürgecilikle de açıklanamaz. Çünkü sömürgeciliÄŸin henüz zirveye çıkmadığı döneme denk geliyor. Bunun baÅŸka bir açıklaması, Fransız Ä°htilali’nin bu denli büyük katılımla halk kitlelerinin isyanına yol açma nedeninde yatar. Fransız köylüsünün adeta köle statüsünde olması, gelirinin yarıdan çok fazlasını vergi olarak vermesi gibi sömürü çarkı iyi anlaşılmadan bu devrim açıklanamaz. Düşünsel etkenler bir yana sosyal olarak Fransızların yüksek entelektüel kapasitelerinden çok maruz kaldıkları sömürü ile açıklanabilir daha çok.

Batı sanatının oluÅŸumunda aristokrasi ve saray etkisini bir kenara koyduÄŸumuzda Louvre Sarayı ile halkın iliÅŸkisi ve Saray’ın toplumsal karşılığının ne olduÄŸu farklı bir pencere açabilir. Fransız Devrimi’nden sonra halka açılan Saray devrimci halkın adeta piknik alanı haline gelmiÅŸti. Sarayı sanatsal merak ve beÄŸeniden çok göz kamaÅŸtıran zenginlik ve ihtiÅŸamına, hatta devirdikleri imparator ve çevresinin hayat tarzına dokunmak için, belki de zafer duygusuyla geziyorlardı. Öyle ki yanlarında yiyeceklerini getiren Fransızların sarayın salonlarında piknik yaptıklarını sanat tarihçileri uzun uzun yazar.

Fransız soylu-seçkinleri ve Fransız halkı arasındaki ilişki ile Osmanlı sultanlarının yaşayışı, estetik anlayışı, zevkleri ve İstanbul halkı arasındaki ilişki karşılaştırıldığında bu iki olgu arasında herhalde kıyas kabul etmeyecek bir uçurum ortaya çıkar.

Bugün müze olan Louvre Sarayı’nın avlusuna yakın zamanda bir piramit yapıldı. Bu cam piramit yapı Saray’ın mimari dokusuyla zıtlık içerse de tarihsel olarak –zorlama bir benzetme gibi görünebilir- Fransız Sarayı ile Mısır piramitlerinin iliÅŸkisini imliyor. Oysa Fransızların Mısır’la iliÅŸkisi hiç de yeni deÄŸil. Ãœnlü filozof Leibniz 1672’de IV. Louis’e Avrupa birliÄŸini saÄŸlayabilmesi için Osmanlı eyaleti olan Mısır’ı iÅŸgal edip tüm Avrupa’yı etrafında toplamasını salık vermesinden yüz yıldan biraz fazla bir süre sonra Napolyon bunu gerçekleÅŸtirecektir. Saray’ın ortasında camdan piramit belki mimari dokuyla uyuÅŸmuyor ama ülkenin emperyal kodları ile örtüşüyor. Büyüklük ve tutkusu…

Isfahan’da bir meydan…

NakÅŸ-ı Cihan Ä°slam ÅŸehir mimarisinin en orijinal örneklerinden biri. Åžehir ve meydan iliÅŸkisinin, saray ve toplumsal hayat iliÅŸkisinin, estetik algının ve sanatın hayata dönük yanı… Geleneksel Ä°slam ÅŸehirlerinde modern anlamda meydanlara yer yok; ihtiyaç da yoktur. Åžehrin meydanları bir bakıma camilerin, külliyelerin olduÄŸu alanlar ve onların etrafında oluÅŸan çözümlemelerdir. NakÅŸ-ı Cihan ise meydan olarak düzenlenmiÅŸ ve bir Ä°slam ÅŸehrini temsil eden temel kurumlar bu meydanın etrafında konumlanmış.

Meydanın güney, yani kıble tarafında muhteÅŸem bir cami… BeÅŸ yüz metreden fazla uzunluktaki meydanın saÄŸ tarafında ‘âli kapu’, yani saray. Yönetim biriminin tam karşısında, meydanın sol tarafında medreseler yer alıyor. Ve kuzey giriÅŸinde yani caminin tam karşı tarafında ise kapalıçarşı… Toplum hayatını ÅŸekillendiren dört temel kurum bir meydan etrafında yer almış: Siyaset, iktisat, din, ilim.

On yedinci yüzyılın baÅŸlarında yapılan NakÅŸ-ı Cihan ve bunun bir köşesine iliÅŸen saray. Sonuçta nerdeyse bir av köşkü sanılabilecek ebatta bir saray. Ä°nce Ä°ran zevkinin ayrıntılı süslemeleri göz kamaÅŸtırırken Louvre Sarayı’nda, Viyana imparatorluk saraylarında görülen ihtiÅŸam gösterisinden eser yok. Belki farklı bir ihtiÅŸam algısı var ama ne olursa olsun gücü besleyen maddi boyutla ortalama toplumsal yapının imkanları arasındaki mesafe dudak uçurtan türden deÄŸil.

Ýlgili YazýlarDüşünce, Kültür

Editör emreakif on November 23, 2013

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar

Daha Yeni Yazýlar: