Profan ve kutsal olarak sanatçı

Bir sanatçının Müslümanlara ve değerlerine hakaret içeren ifadelerinden dolayı ceza alması Türkiye’deki kafa ve vicdan karışıklığıyla malul kadim sorunlarımızı gündeme getirdi.

Olay düşünceyi açıklama ve kutsal arasındaki ikilemden ortaya çıkıyor gibi görünse de çok daha farklı katmanlardaki görüş, fikir ve zihinsel ayrışmaların dışavurumu. Demokrasi, hoşgörü, farklılıklara saygı türünden ilk bakışta kimsenin itirazının olmadığı ama derinlemesine nüfuz edildiğinde hiç de öyle yan yana durmadığımız, hatta yan yana durmamızı gerektirmeyen ve toplumda yaşanan derin zihniyet çatlamasının yansıması olan temel bakış farklılıklarıyla yüzleşmek zorundayız.

Fikir özgürlüğü nerede başlar, nerede biter, kutsalın sınırı nedir, her inanç kutsal mıdır gibi sorulara geçmeden çok daha basit bir tespitle işe başlayalım.

Bir piyanistin Müslümanlara ve onların değerlerine hakaret etme hakkının olup olmadığı, bunun cezayı gerektirip gerektirmediği tartışmasının önüne geçen husus, bu eylemi gerçekleştirenin ve cezalandırılanın bir sanatçı olmasıdır. Bu tür bir davaya muhatap olan ve cezalandırılan herhangi bir vatandaş olsaydı büyük ihtimalle gündeme bile gelmeyecek, bu kadar tartışılmayacaktı.

Kutsal olan hakkında bir sanatçının -hakaret de olsa- fikir beyan etmesinin engellenmesinin çağdaş özgürlük normlarına uygun olmadığını savunmak kendi içinde tutarlı gibi görünse de temel çelişki failin özgürlüğünün tanımında yatıyor. Yani kutsal olana ayrıcalık tanımamayı ima eden seküler dünya görüşü bir yana, bir seküler özneyi kutsallaştırarak savunulan teze adeta metafizik bir anlam yükleniyor. Burada söz konusu olanın, öne çıkarılanın sanatçı olmasıyla faile kutsalı ikinci plana itecek bir dokunulmazlığın, kutsalın ve onun müntesiplerinin değerlerinin ve şahsı manevilerinin önüne geçiren bir değerin atfediliyor olmasıdır.

Modernitenin kutsal olana karşı, ondan kopuşu ifade eden seküler olanı bir değer olarak ikame ettiği aydınlanmacı zihniyeti, kendi dokunulmazlarını kutsallaştırdı. Temelde dine karşı bir tepki olarak gelişen modernliğin tepkisel özelliği en fazla bu alanda kendini belli eder. Dine karşı bir dünya tasavvuru, düşünme biçimi olarak modernite, adeta kendi kutsalını icat edecektir. Bu anlamda dinin boşalttığı yere yeniden icat edilmiş bir değer olarak sanat yerleştirildi. Sanatın toplumun ve insan tekinin varoluşsal sorularına bir cevap olarak dinin yerine yerleştirilmesi, ona müteal (aşkın, trancendental) anlam ve değer yüklenmesi modern zamanların özelliğidir.

Sanatçı, toplumsal projeye dönüştürülerek, ortaçağ rahiplerinin işevini yüklenerek aşkın olandan çizgiler, renkler sunan, öteye dair sesleri renklere yükleyen, bunlarla insanın maddi varlığını aşarak yaşadığı evreni anlamlandıran bir algı sunar oldu. Sanatçının yaşadığı maddi hayatın ötesine dair işaretler, haberler, korkular sunarak bunlarla kendi başımıza ulaşamayacağımız metafizik gerçekliklerin yolunu gösteren ortaçağ vaizlerinin konumuna yükseltilmesi, ona ilan edilmemiş bir dokunulmazlık ve kutsiyet sağladı. Seküler dünyanın insanına aşkınlık arayışını sunan manevi öndere dönüştü sanatçı. Oysa tahayyülatı ve güzellik duygusunu, öteleri keşfetme arzusunun  beşeri yansıması olarak insan tekinin içindeki çağrışımları harekete geçirmesiyle sanat ve sanatçının hep anlamlı bir yeri olagelmiştir.

Konumuza dönecek olursak, her türlü kutsalı eleştirmeyi fikir özgürlüğü sınırları dahilinde gören yaklaşım, hakaret etme özgürlüğünü de içine alacak şekilde sanatçıyı bir dokunulmazlık halesinin içine almayı ima ediyor.

Söz konusu olan kutsalın mahiyeti değil hakaret edenin seküler kutsallığının zedelenmemesidir!

Kaldı ki, aydınlanmacı bir bakışla İslam’ın, Amerika gibi Batılı toplumlarda aralarına her gün yeni bir akımın eklendiği, temelde profan dinlerle (religon) aynı kefeye konduğu kutsallık tartışmasına kaydırılması tam bir göz boyacılıktır.

Bu arada fikir özgürlüğünün hakaret özgürlüğüyle, hakarete karşı çıkmanın dinin zorla dayatılmasıyla karıştırılması, her ne kadar medyatik bir açıkgözlülük gibi görünse de temelde aydınlanmacı bakışın kendi kutsalını her türlü vahiy bağlantılı kutsallığın üstünde görmesinin dışavurumudur.

Bu arada demokratik özgürlükler, düşünce ve inanç serbestisi gibi kavramların felsefi köklerini sorgulamadan, medyatik olmaya elverişli bir tavrı tercih ederek, Batı’da çıkmış profan dini akımlarla kitabi dinleri, hatta İslam’ı aynı düzeyde değerlendiren kimi Müslüman okur yazarların hali ise derin bir kompleksten başka bir şey değil.

lgili YazlarDüşünce, Kültür

Editr emreakif on April 18, 2013

Yorumunuz

İsminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

Kişisel Blogunuz

Comments

Dier Yazlar