Medyatik terör refleksi

Fransa’da yaşanan sivillere yönelik saldırının işleniş biçiminin terörün yeni bir aşamaya geldiğini gösteriyor. Özellikle Avrupa’daki terör saldırılarında hareket imkanları kısıldıkça ne tür yöntemlere başvurulabileceğinin işaretlerini veriyor. İşin polisiye tarafı bir yana terör olarak tanımlanan ve en belirgin özelliğinin masum sivillere yönelik olmasıyla ayırt edilen saldırılarda kınama yarışına girmek ölümleri durdurmuyor.

Terörden ne anlıyoruz ve besleyen şartların neler olduğu üzerinde yeniden konuşmadan önce terör eylemi ile medya refleksi arasındaki ilişkiye dikkat kesilmeli. “Bağdat’ta yine bombalı saldırı” cümlesi ile geçiştirilen, adeta rutinleştirilen katliamların çok daha küçük çapta Batı Avrupa’daki benzerine gösterilen tepki gerçeklik algımızı, adalet duygumuzu açıkça istismar ediyor.
Bağdat’ta, Kabil’de, Peşaver’de aynı merkezden ve çok daha şiddet yüklü kanlı saldırıların gündemimize ne şekilde aksettiği, Ortadoğu, terör tasavvurunun nasıl yeniden inşa edildiğini bir kaç haber karşılaştırması yaparak anlamak mümkün. Ne var ki tüm bu haber dili, göstergeler akademik alanda bir medya analiz konusu olmaktan önce insan oluşumuzun değer yargıları üzerinde oynanan birer şifreye dönüşür. Peşaver’deki bir katliamın medyada, uluslararası düzlemde yeterince ilgi göstermemesi Nice’teki saldırının vahametini küçültmez; tıpkı Fransa’daki saldırıların medyatik görüntüsü, dünya liderlerinin dayanışması Bağdat’ta patlayan bombaların etkisini silikleştirmeyeceği gibi. Yine de neyi terör olarak lanetliyor, hangisini daha fazla öne çıkarıyorsa medya, değer yargıları üzerinde siyasi ve ideolojik müdahalelerde bulunuluyor demektir.

Ne yazık ki her tür stratejik ve siyasi mülahazaların ötesinde bir terör ve masumiyet ölçüsünden bahsetmek zor. Herhangi bir terörden bahsetmiyoruz. Gerek failleri gerekse hedefi ve mahiyeti itibariyle doğrudan Müslümanları, İslam’ı ilgilendiren bir durumla karşı karşıyayız. Maalesef İslam dünyası ne bu saldırıların mahiyetini kavrayabilmiş ne de çözüm konusunda bir teklif geliştirebilmiştir. Eğer 11 Eylül saldırılarını milat kabul edecek olursak, kınama önlem çabalarının Amerika’nın dayattığı tanım, tasnif ve önermelerden öteye geçememiş, küresel hegemonun İslam dünyasını dönüştürmeye yönelik siyasilerin ellerine tutuşturdukları önlem paketlerine mahkum kaldılar.

İslam dünyası içinden çıkan harici zihniyetin küresel haçlı stratejileriyle örtüşen bu vahşetle nasıl baş edeceği sorununa kafa yormak zorunda. Nitekim 11 Eylül saldırılarından sonra yazdığım ilk yazıda, Müslümanların bu tür zihniyeti besleyen eğitim ve din anlayışlarını gözden geçirmeleri gerektiğine dair uyarılarımız da arşivlerde duruyor. Ne yazık ki durum sadece İslam dünyasının günah hanesine yazılarak geçiştirilecek türden de değil. Saldırılar nedeniyle İslam, İslamcılık, siyasal İslam kelimelerini ağızlarında sakız yaparak Müslümanlarla ideolojik kinlerini kusanların zannettiği kadar da basit değil.

Genel anlamda terörü, masum insanların katlini önlemekten bahsedeceksek; terörün mahiyeti, terörün faili ve terörün hedefi konularında ortak bir fikre sahip olmak gerekecek.

Terörün mahiyetinden kasıt masum sivillerin, her ne sebeple olursa olsun askeri ve fiili savaşların doğrudan tarafı olmayanlara yönelik saldırı ise burada modern ulus devletlerin işledikleri ile terör yapılanmalarının eylemeleri arasında fark gösterilmemesi gerekir. Devlet eliyle masum sivillerin, çocukların kitlesel boyutlarda katledildiği bir dünya sisteminde illegal yapıların eylemeleri ile sınırlı bir terör tanımı ne derece vicdanlarda makes bulabilir? Uzatmaya gerek yok; Amerika’nın Pakistan’da, Afganistan’da işlediği cinayetlerin teknik hata gerekçesi ile geçiştirilecek boyutu olabilir mi? Tanım düzeyinde anlaşmadığınız takdirde çözümde de anlaşamazsınız.

Terörün mahiyetine yönelik üzerinde durulması gereken en önemli husus, bir Müslüman olarak bu tür eylemleri nasıl masumlaştırılabildiği, nasıl meşrulaştırılabildiğidir. Olayın fıkhi tartışması bir yana, bu eylemleri dini vecd içinde gerçekleştirenlerin ruh hali önemli… Baskı, savaş, işgal, sömürü, emperyalizme direniş gibi gerekçeler ahiret inancı olan birinin kendisiyle beraber masum insanların katledilmesini nasıl meşrulaştırabildiğidir. Her şeyden önce“dini kibir” denilen, din anlayışı; sadece başka inançtan olanlara değil kendi dindaşlarına, kendisi gibi inanmayan Müslümanlara yönelik tutumunda ortaya çıkıyor. “Kesin inançlılar” tanımlamasındaki ideolojik, siyasal grup davranışlarında görülen şiddetin adeta dini bir muhtevaya bürünmüş haliyle karşı karşıyayız. Her tür derinlikten, incelikten, tefekkürden yoksun, modern nihilist bir öfkeyi besleyen dini kibir söz konusu. Önce gelenekten, usulden, bilgiden kopuk kibre dönüşmüş bir kesin inançlığın kendisiyle birlikte kendi gibi olmayan herkesi hedef almayı meşrulaştıran metafizik aşkınlık hali…

Terörün failine göre tavır alınacaksa masum sivillere yönelik gözyaşı dökmenin hiç bir caydırıcılığı olmayacak demektir. Savaşa taraf olmayan, masum sivillerin öldürülmesine karşı alınacak tutum ölen ya da öldürenin kimliğine göre değişmemeli. Kesin inançlı birini din adına Bağdat’ta dindaşlarını bombaladığında tipik bir Ortadoğu manzarası imasıyla geçiştiriyorsanız yahut Ankara’daki intihar saldırısını “özgürlük savaşçısı” kategorisine koyabiliyorsanız yeni masumların hayatına son verecek saldırılara karşı tutarlılık ve samimiyet sınavından kaldınız demektir.

Dünya sisteminin terör karşısındaki sorunu ikiyüzlülük olduğu kadar terörün faili ve hedefindeki seçicilikte de son derece siyasi, stratejik temelli yaklaşılıyor olmasıdır. Tarih boyunca en azından Büyük İskender’in korsanla karşılaşması kadar eski bu yaklaşımın yeni olan tarafı medyatik boyutunun vicdanları terörize etmeyi başarması, gerçek ve gerçeklik algımızı deforme etmesidir.

lgili YazlarDüşünce

Editr emreakif on July 17, 2016

Etiket: ,

Yorumunuz

İsminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

Kişisel Blogunuz

Comments

Dier Yazlar

Daha Yeni Yazlar: