‘Kanlı mı olacak, kansız mı olacak?’

Dün Diyarbakır’da gerçekleşen nevruz kutlamaları ile geçen yılki arasında nasıl bir fark vardı? Aslında benzer bir kalabalık ve coşku bu yıl da sergilendi. Ancak tuhaf bir eksiklik duygusunun, gerilimli bir beklentinin havası daha baskın gibiydi. Meydanda toplananların ruh halinden çok oradan tüm Türkiye’ye yansıyan mesajdan, algıdan bahsediyorum.

Geçen yıl, artık ‘taraf’ olarak devlet katında tanınan bir figür olarak Öcalan’ın süreci resmen ilan eden mektubu, yeni bir sayfa açmanın işaretlerini veriyordu. Kan akmanın sona ermesi düşüncesi bile genel olarak pek çok çekinceyi, itirazı, saplantıyı, kuşkuyu geri plana itmeye yetmişti.

Hükümetin ciddi bir risk alarak inisiyatif kullandığı süreçte adeta ortak metin intibaı veren mektubun oluşturduğu hava; muhtevasına, gelecek tasarımına ilişkin tartışmaları ertelemişti. Fakat mektubun ertelenmiş muhtevası hala okunduğu gibi duruyor. Geçen yıl okunan mektubun, yeni siyasal tasarıma uygun olarak, ‘yeni bir Ziya Gökalp sosyolojisinin’ örülmeye başladığının ipuçlarını verdiğini söylemiştim.

Gelinen noktada hükümetin adeta bir darbe teşebbüsünü bertaraf etme mücadelesi verdiği bir ortamda ikinci mektup okundu. Bu süreçte süreci çökertmeye yönelik olduğu çok açık provokasyonların atlatılmış olması bile sevindirici.

Öcalan’ın meydanda okunan bu ikinci mektubu geçen yılkine göre çok daha temkinli bir dile sahip. Beklentilerin henüz tükenmediği ama belirsizliğin de daha fazla sürdürülemez oluşuna vurgu var. Belli ki seçim sonrası atılacak adımların beklentisi genele hakim. ‘Bütün ara yollar ve geçici biçimler artık miadını doldurmuştur’ sözü hem tehdit hem uyarı olarak algılanabilir. Özellikle; ya komplocu-darbeci rejim kendini yeniden restore ederek sürdürecektir ya da tarihsel rotasına oturtulmuş Türk-Kürt ilişkileri en kapsamlı demokratik reformlardan geçerek demokratik anayasal bir rejimle çözümleneceğinin altını çizmesi alışılmış bürokratik reflekslere dayalı çözüm arayışlarına karşı bir cevap olarak okunabilir.

İlginç biçimde bu sözler, ister istemez Erbakan’ın ‘kanlı mı olacak, kansız mı olacak?’ sözlerini hatırlattı. Bir farkla ki PKK hareketi otuz yıllık kanlı bir çatışmadan gelerek artık barış yapamaya ikna olduğunu deklere ediyor. Her ne kadar, zor da olsa, barış ve siyasal çözümden yana tavır alınsa da, tekrar kanlı günlere dönme ihtimali de hatırlatılıyor. Cahili davalar uğruna dökülen kanların izleri henüz silinmemişken, doğrusu, çözüm adına kanlı bir yola yeniden dönülmesini, kimi fanatik gruplar hariç, kimse istemez.

PKK hareketinin, Kürtler adına söz söyleme makamına yükseltildiği bu süreçte sistemin iki dışlanmış kesiminin benzer bir dille uyarı yapması ilginçtir. Bir farkla ki, Erbakan’ın temsil ettiği hareket hiç bir zaman kan dökmediği gibi, bizzat kendisinin bu yönteme karşı olması bir yana, bu anlamda sistemle bir çatışmaya girilmesini de hiç istemedi. Toplumsal süreç eninde sonunda Erbakan’ın temsil ettiği sosyolojik yapıyı siyasete taşıyacaktı; o buna engel olmaya kalkmanın tehlikesine işaret ediyordu. 28 şubat sürecine giden yolda adeta bir medya linçine maruz kalacak, ‘gerekirse silahla’ diyen cuntacı anlayış masumlaştırılacaktı. Bu arada toplumsal, tarihsel süreç kendini, her şeyin üstünde gören, vekâletçi yapıyı devre dışı bırakacak ama memleket zaman kaybedecek, pek çok insanın hayatında acı tecrübeler birikecekti.

Siyasal şartlar ve dinamikler çok farklı olsa da gelinen noktada Diyarbakır’da ‘kanlı mı olacak, kansız mı olacak?’ sorusu soruluyor özetle.

Bunca kan akıtılmasından sonra, siyasal atmosferin iç karartan görünümü, çözüm bekleyen devasa bir sorunu en azından psikolojik olarak sürüncemeye bırakmış intibaı veriyor. Memleket siyasal kaosa sürüklenmeden, türbülansa girmeden, kan akmasına yol açacak her tür provokasyona açık durumdan bir an evvel çıkılmalı. Henüz çözümün muhtevasını bile tartışamamışken, çatışmacı bir atmosferin geri gelmesi halinde kazananı olmayan bir sürece geri dönülecek demektir.

Geçen yıl yayınlanan mektubun işaret ettiği çözüm önerileri, tanımlamalar ve dayandığı siyasal kültürel parametreler enine boyuna tartışılmış bile değil. Sağlıklı tartışmanın yapılması için siyasal ortam kadar Entelektüel bağımsızlık da önemli.

lgili YazlarSiyaset

Editr emreakif on March 22, 2014

Yorumunuz

İsminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

Kişisel Blogunuz

Comments

Dier Yazlar