IŞİD’in sosyolojisi

BaÅŸtan belirtmeliyim; bu yazı ilahiyat açısından bir Selefilik ya da baÅŸka bir itikadî, amelî mezhebin incelemesi deÄŸildir. Kur’an ve Sünnet çerçevesinde ve kaydıyla bir Müslüman farklı yorumlara, içtihatlara uyabilir. Bu çerçevede Ä°slami anlayışlar içinde tercih hakkının olduÄŸu izahtan varestedir.

Dinin mensubiyet, mezhep anlayışının kültürel, sosyolojik boyutunun ise bundan bağımsız olarak sonuçları, tezahürleri tartışılabilir. Yeni Selefilik adı verilen, daha çok Vahhabiliğe yakın duran din anlayışının son dönemde neden belli çevrelerde/coğrafyalarda yaygınlık kazandığı, cazibe haline geldiği, nasıl bir dinamizmi tetiklediği soğukkanlılıkla incelenmeye değer. Özellikle Hanefi/Sünni/tasavvufi geleneğin baskın olduğu, bu geleneğin güçlü tezahürlerinin bu zamana kadar temsil edildiği bölgelerde bir tür retçi, dışlayıcı, uzlaşmaz tutumların, azınlık da olsa, gençler arasında revaç görmesinin dini boyutlarından çok siyasal, sosyolojik nedenleri üzerinde ciddiyetle durulması gerekiyor.

Şüphesiz kendiliğinden gelişen toplumsal bir süreçten bahsetmiyoruz. Birtakım siyasal manipülasyonların geleneksel dini yapı ve sosyal-kültürel dokuyla uyuşmayan bu anlayışın maya tutmasında önemli katkıları oldu. Bugün El-kaide, IŞİD gibi oluşumların din anlayışları kadar onları besleyen şartları, teşvik eden, yol açan faktörleri anlamak , çözümlemek yerine öfke ve kızgınlık olayı çözmeye yetmiyor.

Aslında biraz geriye gidildiğinde bu gelişmelerin adım adım nasıl örüldüğü kolaylıkla görülebilir.

Daha uzaÄŸa gitmeden yakın coÄŸrafyadan bir kaç fragman yeterince açıklayıcı olabilir. Yugoslavya daha çökmeden önce de Balkanlarla yoÄŸun ilgilendiÄŸim için bu bölgedeki uzaktan pek fark edilmeyen küçük geliÅŸmeleri erken görebildiÄŸimi düşünüyorum. Yugoslavya’nın dağılma sürecinde iki ÅŸey ortaya çıktı: Ä°lki Müslümanlar bir kimlik arayışına girdi ve görece yaÅŸanan özgürlük ortamından faydalanarak din adına ne varsa ona sarılmaya baÅŸladı. Daha önemsiz gibi görünen ama belirleyici olan husus, Yugoslavya döneminde var olan Müslümanlar arası iletiÅŸim-etkileÅŸimin dağılıp kopması. Daha katı komünist yönetimlerin uygulandığı Arnavutluk, Bulgaristan gibi ülkelerde de dini alanda ortaya çıkan boÅŸluk benzer biçimde el yordamıyla doldurulmaya baÅŸlandı.

Tam bu süreçte özellikle baÅŸta Suudi Arabistan bölgeye el atarak o dönemin ÅŸartları içinde çok iyi imkânlarla gençleri eÄŸitim için ülkesine getirdi. Benzer uygulama 80’li yılların başında Türkiye için de uygulandı ama yeterince verimli bulmadığı için Suud o projeyi zamanla askıya alacaktı.

Balkanlardan gelen, kimliklerini Müslüman olarak korumanın dışında dinle temas kuramayan gençler ilk kez disipliner anlamda dini eğitimle muhatap oluyorlardı.

Arnavut, Boşnak, Pomak vs. gençleri büyük umutlarla gönderen aileleri de yeni dönemde ateist yönetimin çorak bıraktığı dini ortamı bu gençlerin yeşerteceğini, kültürel aidiyetlerinin güçlenmesine katkıda bulunacaklarını umuyordu.

Bir müddet sonra bu gençler ülkelerine, Bosna’ya, Bulgaristan’a, Arnavutluk’a, Kosova’ya döndüklerinde tuhaf bir durum ortaya çıkacaktı. Anne ve babasının din anlayışı ile kendilerine öğretilen din arasında kapanmaz bir açık vardı. Onlara öğretilen din anlayışına göre neredeyse ailesi baÅŸta olmak üzere ait olduÄŸu topluma Müslüman bile denemezdi. Bu anlayışa göre, içinden çıktıkları toplumun dini pratikleri bid’at, inançları ÅŸirk doluydu. Yeni gelen gençleri de toplum yabancılamıştı. Din adına anlattıkları ve kılık kıyafetleri ne gelenekle ne de bildikleri kadarıyla dini bilgileriyle uyuÅŸuyordu. Gençler ilkin aileleriyle zıtlaÅŸacak, hatta savaÅŸa tutuÅŸacak, bu zıtlaÅŸma topluma yayılacaktı. O dönemde geleneksel kodlarla oluÅŸmuÅŸ dini yapı ve anlayışlarla Suud gibi ülkelerde okuyup gelenler arasında kıyasıya tartışmaların, gerilimlerin yaÅŸandığına tanık olmuÅŸtum. Herhangi bir Müslümanın gündeminde olmayan meseleler, kelam kitaplarının sayfaları arasındaki konular birden gündeme gelmiÅŸ, her ÅŸeyin iman-küfür konusu edildiÄŸi tartışmalar yapılıyordu.

Kısaca sonuç; İslami ilimlerin okunması, toplumun İslamlaşması, kimliğine dönmesine katkıda bulunması umuduyla gönderilen bir nesil bir anda atıl hale gelmiş, hatta kendi toplumuyla çatışmaya girmişti. Kısa sürede dışlanarak kendi içlerinde marjinal bir grup haline geldiler. Balkan coğrafyasının en dinamik unsurları, bırakın toplumun ıslahı ve İslamileşmesi için katkı sunmayı bizzat toplumda çatışmanın, kaosun nedeni olmuşlardı.

Bu küçük Balkan ülkelerinde sınırlı sayıdaki bu genç dinamik nesil sadece din adına marjinalize olmakla kalmadı; toplumun din adına örnek alacağı model olmaktan uzaklaştıkları gibi dinileşmeyi engelleyen unsurlar haline geleceklerdi.

Balkanlarda önü açılan bu yapılanma Kafkaslarda, Orta Asya’da da benzer tecrübeyi yaÅŸadı. Ä°ÅŸin ilginç tarafı özellikle Orta Asya ve Kafkaslarda dini eÄŸitimin ve dini faaliyetlerin çok kısıtlandığı dönemde bu türden yapılanmaların önünün açılmış olmasıdır. Adeta dini hayatın, dinin toplumsallaÅŸmasının önünde sosyokültürel baraj kurulmuÅŸtu.

DiÄŸer tarafta kendi ülkesinde marjinalleÅŸen öfke dolu bir dinamizmin, her tür kültürel, tarihi sosyolojik farklılığı yok sayarak Ä°slam adına silaha sarılmaları da kolaylaÅŸtı. OrtadoÄŸu’nun baskıcı rejimleri yeterince bu ortamı beslemekteydi. Kendi anlayışının dışında bir Ä°slam anlayışını Müslümanlıktan saymayan, dışlayıcı, ÅŸiddete temayüllü yapıyı besleyen OrtadoÄŸu’nun sosyo-politik yapısı neo-Selefi anlayış için besleyici bir ortam oluÅŸturdu. Ä°slam aleminin bin dört yüz yıllık tecrübesini, medeniyet ufkunu, birikimini, tasavvurunu yok sayan ve kendi gibi olmayan herkesi din adına mahkûm etmeye hazır bir muhalefet anlayışının radikalleÅŸmesi ve cihad, ümmet gibi Ä°slam’ın vazgeçilmez kavramlarını rehin alarak ÅŸiddete yönlendirilmesi iÅŸin operasyon kısmıyla alakalıydı. Batılıların desteÄŸi ile bölgenin karakteri haline gelen despotik yönetimlere duyulan öfkenin meÅŸrulaÅŸtırdığı ÅŸiddet ve adeta nihilistçe reddiyeci, dışlayıcı yapılanmalar ortaya çıkacaktı.

Kendi toplumuyla sağlıklı iletişim bile kuramayan ama ümmeti kurtarma iddiasındaki anlayışı besleyen kültürel, sosyal, siyasal ortamdan bağımsız düşünülemeyeceği gibi zerkedilen din anlayışından da bağımsız değildir.

Ýlgili YazýlarDünya, Siyaset

Editör emreakif on August 14, 2014

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar

Daha Yeni Yazýlar:
Bir Önceki Yazý: