Yerel kalan yerli olamaz

Yerlilik bahsini açmışken bunun ne kadar netameli bir kavram olduğunu, neleri kapsayıp neleri dışladığının farkındayım.
Her düşünce, her hareket kendi varlığını anlamlandırmak, meşrulaştırmak için öncelikle iki unsuru gözetir. İlki tarihsel köken diğeri yerli oluş şartı.

Türkiye’de tarihi reddederek varlık imkanı bulan batıcılık bile zamanla tarihsel köken icat etti, kendine göre bir tarih kurguladı. Anakronizme düşme pahasına da olsa İslam öncesi tarih yüceltisi, Anadolu uygarlıkları adına pagan kültürlerin varisi olmak gibi erken Cumhuriyet tarihcilik anlayışı bunun tipik örneğidir. Son dönemde, ‘Osmanlıda da laiklik vardı’ teziyle ortaya çıkan ve seküler siyasal yapılara tarihsel köken bulma çabalarıyla karışık ‘tarihimizle barışma’ projeleri bu çerçevede okunabilir.
Sosyalistlerin bile Osmanlı’dan kendilerine tarihsel geçmiş icat etmeleri, bir zamanlar hayli popüler olan ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarzı) modelleri de bu arayışın sonucudur. Bu çerçevede belki en anlamlı çıkış Kemal Tahir’in ekolü sayılabilirdi.

Yine toplumun değerleriyle bağ kuramayan/olmayan bu arayışların yerlilik adına bu topraklarda neşvünema bulmuş kimi kadim din ve inançlara sarılmaları kendi içinde çelişik, adeta tarihin ironisi gibi durmaktadır.
Bir fikriyatın, hareketin yerli olması ile evrensel olması arasındaki gerilim bir kaç cümleyle geçiştirilecek türden bir konu olmasa da şu söylenebilir: Her yeni oluşum en azından kültürel kodlarını ait olduğu coğrafyanın, toplumun değerlerinden beslemeli, refaransını muhatabı olan toplumun değerler dünyasından neşet etmek ihtiyacı duyar. Sanattan siyasete yerel olanla yerli olan arasındaki fark bu ince çizgide ortaya çıkıyor. Yereli aşmak için önce yerli olmayı gerçekleştirmek gerekir.

Bu memlekette yerli olmanın gerekli ÅŸartları, kültürel kodlarını belirleyen kök nedir? Hele söz konusu dini düşüncenin tezahürleri bahsi olunca. Seküler Batıcıların dini Arap geleneÄŸine sıkıştıran, kendince ulusal bir din – gelenek icat eden sentetik yaklaşımlarının toplumsal muhayyilede ortaya çıkardığı travmaların sonuçlarını hep birlikte görüyor, bizatihi yaşıyoruz.

Ne var ki dini düşünce ile ilişkisini millilik, yerlilik zemininde kurmaya çalışan muahfazakar kesimin yaklaşımı tek kelimeyle kendi içinde tutarsızlıkla malül.

Dini düşüncenin toplumsal, siyasal, sanatsal tezahürleri söz konusu olduğunda yerlilikten yerelliğe sıkışan, evrensel olandan ulusala hatta ulusalcı bir alana sıkışan bir yaklaşım yine İslami hassasiyet adına popüler hale geldiği gözlemleniyor.

Dini düşünceye dayalı siyasetten toplumsal olana, hayatın farklı alanlarındaki tahayyülatın, tasavvurun Misak-i Milli içine hapseden, bu siyasal harita ile sınırlayan bir yerlilik vurgusu ne kadar yerlidir? Yahut muhtevası ne olursa olsun bizzat yerlilik bir Müslüman için ne kadar bağlayıcıdır? Bu ve buna benzer sorular tartışılmadan, mesela İslamcılığın yerli olup olmadığı, İslam düşüncesinin Türk düşüncesi içinde bir alt başlığa indirgenmesi gibi yaklaşımların hızlı biçimde gündeme getiriliş biçimi sorgulanmalıdır. Bu tür yaklaşımların zaman zaman entelektüel hayatta dile getirildiği dönemler olsa da yaygınlaşmasının muhafazakar sağ siyaset dönemle örtüşmesinin konjönktürel bir yanı da var.

Osmanlı dağılışını, daha doğrusu Alem-i İslam’ın Batı sömürgeciliği karşısında direnme, tutunma, modern uygarlığın Müslümanca yaşama ve hayat bulma imkan ve açılımlarını yok etme tehdidine karşı büyük bir cehdle ortaya konan ürünleri bugünkü coğrafi ve ulusal tasavvur içinde resmetmek, yüzelli yıllık birikimi karikatürleşirmek demektir. İslam’ın evrensel boyutunu etnik ve coğrafi bağlardan azade kılmadan, çagdaş normların mahkumu etmek sağ muhafazakar zihnin dini algılama tezahürlerine dönüşüyor.

Osmanlı nostaljisinin zirve yaptığı bir dönemde kökenleri Osmanlı dönemi siyasal ve entellektüel hayatın arayışlarında karşılık bulan  dini kaygıyla ortaya konan fikri oluÅŸumlara yerli olmama ithamı da bu dönemin çeliÅŸkisi gibi duruyor… Misak-ı Milli ile sınırlı yerlilik tasavvuru son derece sentetik… Dini düşünceyi Türklük parantezine alan, alt baÅŸlığa indirgeyen bir tür Neo-Osmanlıcı bu yaklaşım her ÅŸeyden önce Osmanlı fikriyatı ile de çeliÅŸir.

Sembolik anlamı son derece ideolojik bir uygulama ile camilere bayrak çekilmesi post Kemalist dönemin muhafazakarlaştırılmış ulusal bilincin inşaasına katkı sunar. Benzer biçimde dini düşünceyi temellendiren, bu topraklardaki tecrübeden beslenen, esası asıl bilerek evrensele açılan bir bakış gerekli. Yerel/ulusalcı bir refleksle İslam/dini düşüncenin farklı coğrafyalardaki tecrübe ve birikimleri, açılımlarını yerli olmamakla itham etmek, bir şekilde bu coğrafyaya en yabancı Batıcılığın türevidir.
Tüm sorun yerel kalmadan yerli olmayı başarmak; aslını reddetmeden evrensele açılmak. Yerel olanın içe kıvrık ve dışlayıcılığına karşılık ayakları yere basan yerli oluşun kuşatıcı ufkuna ihtiyaç var.

Ýlgili YazýlarDüşünce

Editör emreakif on March 26, 2015

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar

Bir Önceki Yazý: