Yeni dönemde ‘devlet rengi’

İçinden geçtiğimiz, siyasal alana ilişkin gibi görünen krizin günlük hayatımızı etkileyen, muhtemel toplumsal boyutları da var kuşkusuz. Geri dönüp bakıldığında Türkiye siyasal tarihinde yaşanmış krizlerden biri olarak, şiddeti oranında yerini alacak.

Ancak krizin gelip geçici etkisinden çok, ruhumuzda yara açan, bilincimizi körelten, hakikat algımızı karartan, adalet duygumuzu iptal eden kalıcı tesirlerine odaklanmalı. Buna göre sarf edeceğimiz her kelimeyi, kuracağımız her cümleyi seçmek durumundayız.

En son yazımda kimin kazandığının değil, kimin kaybedeceğinin önemsenmesi gerektiğini belirtmiştim. İzaha muhtaç gibi duran kimin kaybedeceği konusu aynı zamanda kimin kazanacağını da işaret etmiş olur. Ancak kaybedenlerle kazananın söz konusu olduğu bu savaş, rekabet, yarışta tarafların kimler olduğunun tespiti en az kazanan ve kaybeden kadar önemli.

Ak Parti iktidarı eÄŸer uzun süredir iktidar erkinin dışında tutulan tüm renk ve farklılıklarıyla bir duyarlılığın/toplumsallığın önünün açılması, iktidara ortak kılınması ise bu anlamda ‘Müslümancı’ bir siyasetin somutlaÅŸmış hali idi. ‘Müslümancı’ siyaset anlamında önemli adımların atıldığı (Ä°slamcı ithamı/övgüsüne karşıt) bir dönem olduÄŸuna kim itiraz edebilir.

DiÄŸer taraf ise tüm kurumları ve aklı ile devlet denilen yarı kutsal(!) yapı…

Tam bu yarı kutsal yapının, yani devletin vesayetçi yüzünü deşifre eden postmodern darbe, kendisiyle psikolojik bağı kopan kitlelerle devletin, hem de kendini yenileyerek, buluşması anlamına geldi. O dönem tahlillerimizde, sürecin İslami hassasiyeti olan kitleleri merkeze yaklaştıracağı bir sonuca doğru gittiğini özellikle belirtmiştik.

Kısaca hükümet ve Cemaat arasında sürdürülen çatışmanın dili, kapsamı kaynaklarına bakıldığında sonuç ne olursa olsun kazananın devlet denilen yapının olacağını tahmin etmek zor deÄŸil. Devlet kavramı, muhafazakâr tahayyüldeki yarı kutsal, hatta kutsal yerini tekrar kazanırken muhafazakârlar da devletle özdeÅŸleÅŸerek, bütünleÅŸerek kutsal/yarı kutsal yapıyı takviye etmiÅŸ/bütünlemiÅŸ, (çeliÅŸkileri gidermiÅŸ olduklarını sandıkları için) oluyor. Böylece devlet dışladığı kitleleri en zor anında içine alarak hem muarızlarını dönüştürmüş hem de kendi bünyesini yenilemiÅŸ oluyor. Elbette bu süreçten devlet de etkilenmiÅŸ olacak. Zaten devletin buna bir itirazı da yok. Devletin, yani merkezin rengi biraz daha yeÅŸillenmiÅŸ olsa da yeÅŸilin ima ettiÄŸi toplumsallığın kolları kanatları kırılmış olarak sistem içinde yerlerini almış olacaklar. Yeni Türkiye’yle ilgili biraz daha muhafazakâr, rengi biraz daha yeÅŸil, ama muhaliflerinin de kendi renginin kalmadığı bir görünümden söz edebiliriz.

Devlet bir taraf ise onunla iliÅŸkiye geçen, siyasal iktidar oyunu oynayan, hatta onu ele geçirmeye çalışan, ele geçirdiÄŸini düşünen muhalif/duyarlı kitleler için muhtemel tehlikeler ÅŸunlar olabilir: – Daha doÄŸrusu düşülmesi muhtemel tuzaklara karşı yol haritası çizmekte yarar olduÄŸu söylenebilir. Bir tür tuzaÄŸa giden yolda iÅŸaret taÅŸları…

İktidarın ve gücün iğvalarına karşı duyarsızlaşma, baş dönmesi her zaman için çürütücü bir tehlikedir ve bu hal, çatışan her iki taraf için de epeydir alarm vermektedir.

‘Güç zehirlenmesi’ bu denli güçlü iktidarlar ve iktidar bileÅŸenleri için her zaman geçerli bir tehdittir. Özellikle son dönem operasyonda aldığı pozisyon itibariyle Cemaat’in ciddi bir yanılsama, güç zehirlenmesi ile karşı karşıya olduÄŸu söylenebilir.

Bunca zamandır bilinçli bir seçimle sistem dışında bırakılan, farklı paradigmalara sahip kitlenin siyasete dair tavrının dejenerasyonuyla sonuçlanması muhtemeldir…

Bir yanda, muhafazakârların iktidar biçimi için kullandığım ‘Müslümancı siyaset’ aşılamamışken, sistem karşısında eleÅŸtirel/muhalif bir duruÅŸu olanları devlet bakışını benimsemeye icbar edecek her giriÅŸim uzun vadede yerli damarların beslendiÄŸi kaynaklardan koparılması anlamına gelir.

Statüko dilini benimsemek; onun ahlakını, topluma bakışını, düzen fikrini içselleştirmeyi getirir.

Tıpkı postmodern darbenin pratik şartları belli bir kesimde dil ve zihniyet dönüşümüne neden olduğu gibi neoliberal politikaların icbar ettiği dil ve siyaset de bir kesimi uluslararası müdahalelere, etkilere açık hale getirirken geniş kitleleri sistem içine çekecektir.

Sonuç olarak; post-Kemalist dönemde devletin öz çekirdeğini korumakla birlikte biraz daha yeşil renge bürünse de, muhalif dilin sistem içine çekilerek ehlîleştirilme stratejisi izlemesi şaşırtıcı olamayacaktır.

Ýlgili YazýlarDüşünce, Siyaset

Editör emreakif on January 11, 2014

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar

Bir Önceki Yazý: