Varoluş hükmünü savunuyorum

Bilinçli bir algı yönetimiyle din/c/i söylem retoriği IŞİD’in eline tutuşturuldu. İslam ve siyaset ilişkisi, radikal ‘dincilik’, siyasal İslamcılık üzerinden Müslümanlık’la ilişkili her şeyi medyada boy gösteren kelle kesme metaforuna yüklendi. IŞİD’e yüklenen din anlayışı daha doğrusu din ile ilintili imaj çalışması sadece yüzü maskeli infazcıların ya da dağınık saç ve sakallı, düzgün İngilizcesi olan militanlara yapışık kalmaktan ibaret değil.

Bayramın son günü başlayan Kobani’yi bahane gösteren olayların pratikte gösterdiği ise bu ülkede dine dair her şeyin IŞİD’leştirilmesini hedefliyor. Dinle irtibatlı gördüğü her yapı, kişi ve oluşumu kaba sakalllı militanın destekçisi, nedeni ve sonucu olduğunu ilan eden bir sokak gösterisine dönüştü.

Dini radikalizm çok fenaydı, şiddet üretmeyen dini düşünüş zaten yoktu, Yani dinle bağlantılı olan her şey batıl demeye getiren bir akıl tutulması sokaklara taştı. Dini fanatizm berbat bir şey.

Milliyetçi fanatizmi eleştirmek kelle kesen dincilere destek olmaktı.

Her milliyetçi fanatizmi değil sadece özel bir türü ve her tür durumda haklı olanı sözkonusıydu ki bunu eleştirmek IŞİD’ciliğe yataklık etmek demekti ne de olsa!

Devletin yıllardır ortak tasavvur geliştirmek yerine palyatif tedbir ve önlemlerle vaziyeti idare etme politikalarının tosladığı duvarlardan biriydi bu kadar şehirde insanların dört duvar arasına, evlerine kapatılması. En azından bir şeylerin yanlış gittiğini varsayıp kan dökülmesini durduracak bir zeminin oluşmaya başladığı bir dönemde milliyetçi fanatizm şantajlarıyla ülkeyi rehin alma denemesi yapılıyor.

Bir dönem PKK’nın önce rakip Kürt grupları devre dışı bıraktıktan sonra devletin din adına karşısına çıkardığı Kürt grupların sadece bölgede değil tüm ülkede dinle ilgili algıyı nasıl etkilediğini hatırlıyoruz. Buna rağmen bölge halkının köklü İslami kimliği yok edilemese de yeni nesillerde dinle ilgisi derin yarıklar açıldı. Buna rağmen PKK dini söylemini yumuşatmak, değiştirmek zorunda kaldı.

Suriye üzerinden ortaya çıkan yeni durum yeni bir seküler algı, aidiyet oluşturmaya yöneliktir ve hayli kullanışlı görünüyor.

Siyasal hesaplaşmaların, ideolojik öfkelerle harmanlanarak Suriye, IŞİD, Kobane göstergeleri üzerinden dini düşünceye, tanımı yapılmamış ‘İslamcılık’a dolayısıyla dinle ilgili her tür sosyal, kültürel, siyasal görüntüye savaş açan milliyetci, modernist, seküler zihnin naif humanizm temelli fantezileri adına bu toprakların varoluş hükmü hafife alınıyor. Holiganlık düzeyindeki her şeyden herkesten alacaklılık duygusunun beslediği milliyetci/ulusalcı fanatizme yaslanarak bu coğrafyanın İslami dokusuyla oynanıyor.

Diğer tarafta muhafazakar refleks devletle bütünleşmiş halde, kitleleri sarıp sarmalayan, aklı, makuliyeti değil duygusal öfkelerin teslim aldığı iradenin ne anlama geldiğini anlamaya çalışmaktan uzak görünüyor. Örgütlerin siyaset yapma tarzı belli, mümkün olan her fırsatı değerlendiren ilkesiz bir pragmatizm sergiledi bugüne dek. İdeolojik yabancılaşma hali her tür değeri tahrip etmekte sakınca görmüyor. Hatta değerlerin tahrip edilmesi ilkel milliyetci, kaba laik tarafı için gerekli bile görüyor. Önemli olan kitlelerin bu yapının peşinde gidecek bir inanmışlığa sürüklenmesi aynı zaman kadim bağlardan duygusal kopuşun nasıl gerçekleşmiş olduğudur. Birkaç yılın sonucu değil elbette bu durum. Her tür provokasyona geçmişten gerekçe icat etmek, herkesten ve her durumda kendini alacaklı görmek yani mağduriyet hastalığıdır.

IŞİD temsil ettiği daha doğrusu IŞİD’e yapıştırılan dini imajın ne gelenek ne de dini düşüncenin sonucu olmaması; Türk ulusalcılarında olduğu gibi Kürt ulusalcıları/fanatikleri için dillendirilmemesi, kanıtlanmaması gereken bir gerçek. O hakikatın açığa çıkması, sahte insancılık söylemlerinin bastırılması en son isteyecekleri bir durumdur. Kaos devam ettikçe, kan aktıkça hakikat kurban edilecek, daha çok karanlığa gömülecek demektir.

Siyasal çatışmalar, kamplaşmalar, hatta savaşlar bir gün bittiğinde kalıcı ve belirleyici olan bu bölgenin, Müslüman Kürtlerin İslam’la olan ilişkilerinin ne olacağı sorusudur. Bu hal örgütlerin kısır hesaplarının devletin palyatif tedbirlerinin, iktidarın tutmayan hesaplarının, bizim etnik ve coğrafi aidiyetimizin de üstünde varoluş şartımızın savunulması meselesidir.

lgili YazlarDünya, Düşünce, Siyaset

Editr emreakif on October 9, 2014

Yorumunuz

İsminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

Kişisel Blogunuz

Comments

Dier Yazlar