Türbe ve sıfır sorun

Süleyman Şah Türbesi operasyonunun gündelik siyasetin tüketim nesnesi olarak kullanımı asıl sorunu perdeliyor. Operasyonun başarısı, topraktan vazgeçilmesi gibi polemiklerden öte bize hatırlattığı bir gerçek var. Eğer tasfiye edilmiş bir imparatorluğun varisi iseniz tasfiye ile hesaplaşmadan “sıfır sorun” idealiniz her an provoke edilebilir.

Bir imparatorluğun tasfiyesi söz konusu ise mirasın kimde kaldığı, nasıl bölüşüldüğü, daha da önemlisi bu tasfiyeyi/paylaşımı kimin gerçekleştirdiği sorusu önemlidir.

Osmanlının siyasi hayattan tasfiye edilmesinin ardından ortaya çıkan yapılar arasında sürekli sorunların yaşanması bu bağlamda iki önemli hususa işaret eder: Osmanlı’nın bıraktığı boşluğun bölgedeki bir güç ya da güçler tarafından doldurulmamış olması. İkincisi ise tasfiyeyi gerçekleştiren güçlerin bölgede sorunları kanatacak mayınlı alanlar bırakmış olması.

Dikkat edilecek olursa Birinci Dünya Savaşı sonrası tasfiye edilen Alman İmparatorluğu bir kez daha tasfiye edildi ve ikisinde de kendisine dayatılan statükoyu bozmaya çalıştı. İlki İkinci Dünya Savaşı ile sonuçlandı. İkinci tasfiyenin rövanşını ise soğuk savaş sonrasına erteledi, ekonomik gücünü kullanarak hesapları kapatmak istiyor. Almanya’nın stratejik hinterlandında gördüğü  unsurlara yönelik operasyonları, sorunlu alanları kendi tarzında çözme hesaplarıdır.

Tasfiye edilen imparatorluklara, İkinci Dünya Savaşı sonrası Britanya ve Fransa örnekleri de verilebilir. İmparatorluklarını kendi inisiyatifleri dahilinde dağıttılar ama çıkarlarını koruyacak  jeopolitik ilişkiler kurmayı becerdiler. Sovyet İmparatorluğu tasfiyesi de kısmen denetimli bir tasfiye olarak gerçekleşmesine rağmen sorunsuz olmadığı şimdilerde daha iyi ortaya çıkıyor. Rusya, Sovyet mirasına sahip çıkarak tasfiyeden geriye kalan sorunları  “kendi yöntemi” ile çözmeye çalışıyor. Bu anlamda Rusya fiilen hiç bir zaman ulusdevlet sınırına çekilmeyi kabul etmedi.

Osmanlı’nın tasfiyesi, kendi inisiyatifi ile değil cebren ve emperyalist yöntemlerle gerçekleşti. Türkiye’ye hem Osmanlı bakiyesi ulusdevletlerle /unsurlarla  teması kesmesi kabul ettirildi hem de “sonsuz sorun”lu sınırlarla kuşatılarak statükoya uyması garantilenmiş oldu. İmparatorluk bakiyesini tüm sınırlarda sorun olarak alan ve algılayan Türkiye bir bakıma varlığını bu sorunlarla kuşatılmaya ve  mirası reddetmeye borçlu idi.

Türk dış politikasında bir döneme damgasını vuran “sıfır sorun” siyaseti bu “sonsuz” sorun kuşatmasını kırmaya yönelik  bir hamle olarak işlev gördü.

Türkiye açısından iki temel sorun var; ilki bir ulusdevlet olarak  imparatorluk tasfiyesiyle hesaplaşmadan, bunu sorgulamadan statükoyu benimsemek, asli olanın yerine ikame etmek . İkinci olarak da bir ulusdevlet statüsünü göz ardı ederek/sorgulamadan imparatorluk rüyası görmek.

Küresel dünya sistemi içinde, en azından teorik olarak, ulusdevletin mantığı, yapısal özellikleri bakımından imparatorluğa soyunmanın nelere mal olacağının pek çok örneği var.  Bununla birlikte ulusdevlet statüsünde bile Türkiye’nin icbar edildiği tasfiye şartlarını aşma, çözme imkânları hala mevcut. Ne var ki, burada Türkiye böyle bir derinlikli siyaset geliştirse bile bölgedeki tarafların, üstelik hala dominant durumdaki tasfiyecilerin etkisinin nasıl ve hangi yöntemlerle aşılabileceği ayrı bir soru olarak durmaktadır.

Asıl sorun, tasfiyenin dayattığı sonuçlarla yüzleşirken, bölgedeki muhatapların bu durumu sorun olarak algılayıp algılamadıklarıdır, ki en azından resmi düzeyde bu görünmüyor. İkincisi Türkiye’nin sorunlarla yüzleşme adına ortaya koyduğu parametreler arasında Osmanlı tanımından, Osmanlı algısından ne anladığı meselesidir. Osmanlı’yı ve onu özgün kılan idealleri yoksayarak ulusdevlete kopya etmek, tasfiye sonrası sorunları tasfiye etmez, yeni sorunlar çıkartır.

lgili YazlarDüşünce, Siyaset

Editr emreakif on February 24, 2015

Yorumunuz

İsminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

Kişisel Blogunuz

Comments

Dier Yazlar

Bir Önceki Yaz: