Taziye dileyen devlet yüzleşebilir mi?

Osmanlı’nın tasfiyesinden sonra ÅŸu veya bu ÅŸekilde çözümlenemeyen, tarihin derin dondurucusuna emanet edilen konulardan biri Ermeni meselesidir. BaÅŸbakan’ın yaptığı insani içerikli açıklamanın bile bu kadar gecikmeyle gelmesinin ardında tarihin derin dondurucusuna havale edilen meselenin buzlarının hemen çözüleceÄŸi anlamını çıkarmak zor.

Yaklaşık yüzyıldır bir tür unutulmaya bırakılan bu meselenin siyasi ve ekonomik boyutu bir yana insani boyutunun bile dillendirilememiş olmasındaki gerekçenin ne olduğu anlaşılmadan Ermeni diasporasının talep ettiği adımın neden atılamayacağını anlamak imkansız.

Zira mesele ne salt tarihçilere bırakılacak kadar bilimsel, ne insan hakları savunucularının söylemlerine emanet edilecek kadar hümanist ne de siyasilerin tek başına karar verecekleri kadar steril ve soÄŸuk bir mevzu…

En başta, sorunu adlandırma düzeyinde yapılacak her girişim siyasi ve ideolojik bir arkaplana sahip. Alacağınız tavır, yapacağınız adlandırma ne olursa olsun yaşanmış müşterek acıların hiç birinin üstünü örtmeye yetmiyor.

Bu nedenle resmi söylemin ikide bir söylediÄŸi gibi ‘Bu iÅŸi tarihçilere bırakalım’ tezi hiç de inandırıcı gelmiyor. En baÅŸta Türkiye’nin arÅŸivlerinin tamamını açacağını sanmak hayalcilik olur; bu bile olayın salt tarihçileri ilgilendiren bir akademik araÅŸtırma konusu olmadığının göstergesi. Dahası Toynbee’nin anılarında deÄŸindiÄŸi olayın siyasi propaganda ve komplo meselesi olması da bugün için iki tarafı da rahatlatacak bir açıklama deÄŸil. O dönem Ä°ngiliz DışiÅŸleri’nde çalışan ünlü tarihçi Toynbee’nin hazırlanmasına büyük katkı verdiÄŸi ‘Blue book’la ilgili ‘Kitapta anlatılan olayları devletin propaganda amaçlı kullanacağını bilseydim yazmazdım’ ÅŸeklindeki itirafı…

Benzer biçimde ‘Ermenilere yapılanlar Osmanlı idaresi dönemindeydi, Türkiye Cumhuriyeti’ni ilgilendirmez’ diyen resmi söylemin ne kadar zeminsiz olduÄŸu, bunun sadece derin dondurucuya kaldırılmakla deÄŸil hafızanın sıfırlanmasıyla alakalı marazi bir duruma iÅŸaret ettiÄŸi dünya dengeler sistemi deÄŸiÅŸtikçe daha çok anlaşılmaya baÅŸladı.

Her şeye rağmen tüm bu yaklaşım biçimleri kendi gerekçelerinin sonucu. Halihazır savunma ve ithamların tarih, ideoloji-zihniyet, siyasi-askeri boyutları ele alınmadan kimin neden, nerede durduğu anlaşılamaz. Zira tüm bu yaklaşımların bastığı gerçek bir zemin var.

Her şeyden önce İttihatçı zihniyet çözümlenmeden, o dönem iktidarda olan İttihatçıların dünyayı, kendilerini, devleti algılayış biçimleri anlaşılmadan sebep-sonuç ilişkisi sağlıklı kurulamaz.

Yine siyasi, askeri faktörler gözardı edilerek, hangi tarafta durursanız durun her tür açıklama biçimi eksik kalacaktır. Hatta bu eksiklik büyük bir yanlışa yol açacağı için de tarihteki hatayı bugüne taşıma potansiyeli her zaman için vardır. Ne olmuÅŸtu da ‘millet-i sâdıka’ denilen bir Hristiyan azınlık bir anda kötülüğün nesnesi haline gelivermiÅŸti. Ya da azınlık olarak, hem de ayrıcalıklı bir azınlık olarak bir arada yaÅŸayan Ermeniler neden sorun çıkarmıştı? Ermeniler neden potansiyel tehlike görülmeye baÅŸlanmış, bunca zulme maruz kalmış? Ruslar, Ä°ngilizler bu iÅŸin içinde neredeydi?

Ä°ttihatçı zihniyet nasıl bir algıya sahipti ki, imparatorluk çapında bir devlet geleneÄŸi bir anda nevzuhur ulusdevletlerde görülen refleksle, komitacılıkla, iÅŸ görmeye baÅŸlamıştı… Tarihi kuran bu siyasi, ideolojik ve insani sebepleri ister tek tek ister bütüncül olarak deÄŸerlendirmeye tutun, bugün bunların tümüyle yüzleÅŸmek zorundayız. Zira önümüzde yüzleÅŸmek zorunda olduÄŸumuz ÅŸeyin siyasi, ekonomik, insani ve de akademik, hatta askeri olarak boyutları görmemizi zorunlu kılıyor.

Devleti yönetenlerin, bugünkü cari dengelerde, ‘Tamam, bu hatayı yaptık, Ermenilerden özür diliyor, katliamı kabul ediyoruz’ deme imkanı neredeyse yok. Zira bunun bedeli herkesin hayatını ilgilendirecek boyutta.

Neo-Hınçak mantığı ile Neo-Ä°ttihatçı mantık saÄŸlıklı bir zeminde buluÅŸup, en azından insani boyutunu konuÅŸabilirler mi? Osmanlı’nın tasfiye sürecindeki Ä°ttihatçı ideoloji ile Ä°ttihatçıları Ermeni politikalarına zorlayan Ermeni milliyetçiliÄŸi bugün iki farklı zeminde devam ediyor. Biri modern Türk ulus kimliÄŸini inÅŸa etmeye soyunan, Osmanlı bakiyesi her ÅŸeyi reddeden resmi, ideolojinin savunucusu. Bu kesim bu zamana kadarki devlet söylemini ÅŸekillendirdi. Ermeni ulusçuluÄŸunu yaÅŸatan diaspora ise atalarının doÄŸup büyüdüğü topraklardan sürülüp çıkarılmalarını, katliamlara maruz kalmalarını bir kimlik inÅŸasının temel harcı olarak görüyor. Bu toprakların kültürel zenginliÄŸinden, insani tüm deÄŸerlerinden nakıs kalmasına neden olan zihniyet, sadece Ermenileri deÄŸil, Osmanlı bakiyesi bu toprakların diÄŸer unsurlarını bile kuÅŸatamamakta, bir arada yaÅŸama iradesini gösterememekte.

Sonuçta tüm insani boyutuna, acılara, yıkımlara raÄŸmen olayın çözümü bugün için uluslararası siyasetten bağımsız deÄŸil. Sorunun gelip düğümleneceÄŸi iki kritik soruya verilecek cevap her ÅŸeyi belirleyecek ciddiyette: Ermeni (diaspora) toprak talebi hala geçerli mi? Soykırımın kabulü, uluslararası hukuk açısından tazminat ödenmesini dayatacak mı? Mesela Türkiye’de de faal olan bir Amerikan sigorta ÅŸirketinin Amerika’da tehcir edilen Ermeni ailelere sembolik sigorta bedeli ödemesi bunun iÅŸareti anlamına gelir.

Osmanlı’nın çöküşünde yaÅŸanan acılara yol açan zihniyet dünyasıyla, bugünkü uzantılarıyla, ideolojik ve siyasi söylemleriyle hesaplaÅŸmadan bu tarihi süreçle vicdani bir baÄŸ kurulması imkansız görünüyor. Zira Ä°ttihatçılık ile Hınçak zihniyetinin ideolojik kökenleri aynı.

Ýlgili YazýlarSiyaset

Editör emreakif on April 24, 2014

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar