Ses ve çizgi

Bundan on yıl kadar önce (2005) Londra’da açılan bir sergi çok konuşuldu. ‘Türkler: Bin yıllık yolculuk’ başlığını taşıyan sergi Royal Academy of Art’de izleyicilerle buluştuğunda üzerinde çok tartışıldı, yazılar yazıldı. Türklerin Orta Asya’dan Avrupa ortalarına uzanan yolculuklarını, kültür ve medeniyet verimlerini yansıtan eserler Batılıları hayli etkilemişe benziyordu. Ancak sergilenen eserler arasında Topkapı Sarayı’ndan getirilen bazı çizimler ise sanat tarihi açısından adeta keşfedilmemiş, fark edilmemiş eserler olarak ezber bozacak nitelikteydi. Mehmet Siyahkalem’in çizgilerini gören sanat tarihçileri, eleştirmenler için resim sanatı hakkında bildiklerini yeniden düşünmeye davet eden nitelikteydi.

Nitekim bir İngiliz eleştirmen Mehmed Siyahkalem’in resimleri hakkında, ‘Biz, resimde perspektifin Rönesans’la birlikte Avrupa’da keşfedildiğini biliyorduk. Oysa bundan çok daha önce yaşayan Mehmed Siyahkalem’in resimlerini gördükten sonra bu alanda bildiğimiz her şeyi yeniden gözden geçirmek zorundayız.’

Rönesans’la birlikte resimde perspektifi, objenin renklendirilerek tüm ayrıntılarının verilmesini keşfeden Batı sanatı karşısında Doğunun, İslam santının çizgide kalması resmin primitif halini mi yansıtıyordu? Söz gelimi Mehmed Siyahkalem’in çizdiği resimler tesadüfen parlayıp sönen bir yıldız mıydı, bu perspektif anlayışı, detaylandırma neden sürdürülmesi, geliştirilmedi?

Sanat tarihi açısından bakıldığında çizgi ve onun geleneksel sanattaki karşılığı minyatür perspektifi geliştirememiş kültürlerin ürünüydü ve modern resmin aşamalarından biriydi.

Oysa Ahmed Hamdi Tanpınar bu durumun Doğu ile Batı muhayyilesinin, estetik anlayışının temel tercihlerinin bir sonucu olduğunu söyler. Doğu çizgi ile Batı ise renklerle kendini ifade eder, estetik duyuları arasındaki algı farkı bu iki temel tercihte ortaya çıkar. Tanpınar’a göre İslam Sanatı, dünya görüşü çizgi ile kendini ifade eder. Her şeyi birebir yansıtan, doğayı, insanı olduğu gibi resmetmeye bunu renklerle ifade etmeye çalışan Batılı algı yerine Doğu ve İslam Sanatı eşyayı, objeyi resime hapsetmez, soyutlamaya açık bırakacak şekilde bir kaç yalın çizgi ile temsil eder. Nitekim Rönesans’la başlayan Batı resim sanatının geldiği noktada modern resim de bu soyutlama imkanını arama noktasına gelecektir.

Nitekim Picasso’nun bilinen perspektif anlayışını terk ederek hareketli perspektif imkanını denemesi, bu yöntemle bir soyutlama imkanı aradığı söylenebilir. Bu bağlamda Picasso’nun üç yıl boyunca hat dersi aldığı ve ‘non-figuratif sanatın zirvesi olarak’ Müslüman sanatçıların geliştirdiği hat sanatına işaret ettiği biliniyor.

Çizgi ile temsil edilen İslam sanat ve estetiğinin yalın ve bir o kadar da soyutlamaya açık hali aslında farklı varlık kategorileri arasında total kopuş yerine ince bir çizgi ile belirlenen ayrılışın farkındalığı olarak okunabilir. Yine Tanpınar’ın tespiti ile, bir mahalle arasındaki bir mezar taşına işlenen isim orada yatanı aslında mevcut alemle öteler alemi araındaki yumuşak çizgiyi, geçişi belirler ama birbirinden koparmaz..

Gelenek ve süreklilik, yaşayan hayat arasındaki anlamlı bir ilişkinin kurulabilmesi modern dünyada Müslüman sanatçıları en fazla zorlayan meselelerden biri olmaya devam ediyor. Geleneğin anlamlı biçimde hayata katılarak yaşatılması özellikle bizim dünyamızda donuklaşmış tekrarla karıştırılan bir husus…

Cemal Şakar’ın yenilerde çıkan “Hasan Aycın’ın Çizgisi” başlıklı kitabını okurken zihnime hucum eden konular bunlar oldu. Gerçi Cemal Şakar kitabında daha çok Hasan Aycın’ın anlam dünyasını, çizgisini nasıl okumalı, geleneğin modern çizgi diliyle temsiliyetine dair denemeler yapıyor. Aycın’ın karikatürden çok tam da çizgi diyebileceğimiz geleneksel soyutlama anlayışı ile resmin kesiştiği yerde insan, tabiat, toplum, simgeler, anlamlar dünyasına dair ipuçları veren denemelerden oluşuyor. Aslında Hasan Aycın çizgileri ile düşüncesini inşa eden ve sohbetle yani sesle beslenen bir sanatçı. Tam da renkten önce sesi önceleyen doğunun çizgiyle buluştuğu yer…

Ne var ki bunca yıl çizmesine, daha doğrusu çizgi ile düşüncesini örgütlemesine rağmen çok az değerlendirme, yazı çıktı. Güncelle dirsek temasını sürdürürken, daha doğrusu hayatın içinde ama hayatın akışına direnen bir sanatçının sanat dili hakkında çok şey konuşulmayı hak ediyor.

Ortaya konan eserler eser sahibinin kendisi ile başlayıp bitmemesi için sanatının dili, kuramsal çerçevesi üzerinde kafa patlatmak gerekiyor. Kendi dilini, çizgisini bulmakla bunu insanlığa mal etmek, evrensel eser verebilmek için bu sorunu aşmak gerekiyor.

lgili YazlarDüşünce

Editr emreakif on October 26, 2016

Yorumunuz

İsminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

Kişisel Blogunuz

Comments

Dier Yazlar

Bir Önceki Yaz: