Seküler muhafazakarlık hali

Türkiye’de yaÅŸayan herkesin hoÅŸuna gitse de gitmese de son on yılda hayatlarımız deÄŸiÅŸti; en azından ekonomik göstergeler açısından ve yaÅŸadığımız ÅŸehir/çevre, tüketim alışkanlıklarımız, vatandaÅŸ-devlet iliÅŸkisi gibi pek çok alanda önemli deÄŸiÅŸiklikler oldu.

Bu deÄŸiÅŸimde Türkiye’nin bir üst dil, kuramsal çerçeve olarak modernlik ve buna baÄŸlı olarak sekülerleÅŸme hali belirleyici olurken maddi alanda kapitalist iliÅŸki biçimleri derinden etkiledi. Bu iki baÅŸlığın birbirinden bağımsız olmadığı, birbirini besleyen süreçler olduÄŸunun altını çizmek gerekir. Moderniteyle kurduÄŸumuz iliÅŸki, dünyayı, yani kendi benimizi anlamlandırış tarzımız aynı zamanda bireyselleÅŸmeyi de getirmektedir. BireyselleÅŸme, hayatın örgütlenme biçimlerinden, hayat tarzından bağımsız düşünülemez. Modern insanın bireysel din algısı ile kapitalist iliÅŸki biçimleri üst üste örtüşür. Kapitalist iliÅŸki biçimlerinin moderniteyle buluÅŸmasıyla sekülerleÅŸmeyi doÄŸururken dinin protestanlaÅŸması bireyseklleÅŸmeden bağımsız deÄŸildir.

Modern toplumda bireyin dinle ilişkisini, sosyolojik anlamda büyük ölçüde aidiyet (belonging), inanma (believing), gelenek (behaving) bağlamında anlamlandırmak mümkün. İnanan ama kendini bir dine, cemaate ait hissetmeyen, inanmayan ama dinle kültürel anlamda bir ilişkisi olan gibi farklı din ve ferdiyet ilişkileri sıralanabilir. Ve modern toplumlarda dine açılan yer de bu kombinezonlar içine hapsedilmiştir.

Türkiye deneyiminde yaÅŸananlar gittikçe bu ÅŸablona uygun bir toplum ve insan tipine doÄŸru evrilme göstermektedir. Atılım yapan Türkiye’nin hikayesini biraz da bu açıdan okumaya ihtiyaç vardır. Özellikle dinin konservatif anlamında yaygınlık kazanması ile sekülerleÅŸmenin at başı gitmesi açmazının anlamlandırılması herkesten önce müslümanca düşünme kaygısı duyanlar düşer.

Bedeli ne olursa olsun büyüyen ve güçlenen bir ülke tahayyülü ile mest olmuş aydınların, Müslüman bilincinin yaşanılan süreci doğru okumaları, hakkaniyetle değerlendirmeleri gerekir.

Birey, toplum ve modernite iliÅŸkilerini teorik bir alana çekerek yaÅŸanılanları, hayatın kendisini geri plana atmak, meselenin esasını kaçırmak olur. Hele bir de Türkiye’ye biçilen tarihi, mistik rolle beraber yaldızlanmış bir misyon görüntüsü devreye girince tüm sorgulamalar kolayca abesleÅŸtirilebiliyor.

Türkiye’nin tarihi tecrübesi, birikimi yok sayılamaz; sorun bunu mutlaklaÅŸtırarak nereye evrildiÄŸinin sorgulanması gerekenlerin üstüne kül serpilmesidir. BiçtiÄŸimiz misyona sorgulanması gereken bir süreçten geçilerek geliniyorsa ideal uÄŸruna her türlü ölçünün görmezlikten gelinmesine kapı aralayacak demektir.

Yaşadığımız son on yılda tüketim alışkanlıklarından hayat tarzında belli bir kesimin birkaç basamak yukarı çıkmasının bedeli üzerinde düşünmek zorundayız. Daha güçlü, daha zengin, daha muhafazakâr ve daha dindar bir ülke formülü kulağa hoş gelse de sorulması gereken doğru soruları erteleme lüksümüz yok.

Bireysel hayatımızda daha düzenli, modern görünümlü şehirlerde yaşıyor hale gelmemiz Türk ekonomisinin küresel kapitalizme eklemlenmesinin soncudur. Sürekli tüketim açlığı çeken bir toplum oluşturarak bu iştihayı besleyecek sürekli üretim, üretmeseniz de üretileni satın almak şeklindeki bir döngüden bahsediyoruz.

Mesela şöyle bir sorunun ihmal ediliyor oluÅŸu en temel meseleyi ıskaladığımızı gösterir: Türkiye’de yaÅŸayan insanlar olarak yediÄŸimiz ekmeÄŸe faiz bulaÅŸma ihtimali ÅŸimdi mi yüksek yoksa on beÅŸ sene önce mi daha yüksekti? Hatta bu soruyu daha can alıcı bir ÅŸekilde devam ettirebiliriz. Faizin haram olması hayatımızı, iÅŸ iliÅŸkileirmizi ne kadar etkiliyor? Faize (harama) bulaÅŸma korkusu hayatımızı ne kadar belirliyor?

Faiz gibi kritik bir konuyu seçmemin nedeni yaşadığımız sosyo-ekonomik ve ahlaki dönüşümü izah etmede anahtar yere sahip olmasından. Finans kapitalizmine ram olalı beri hayat standartları yükselirken sekülerleştiğimizin en temel göstergelerinden biri faize bakış tarzımızdır. Görünür planda muhafazakârlığın artmış olmasının hayatın İslamileştiği, daha hakça bir düzenin yerleştiği anlamına gelip gelmediğini sorguluyor muyuz?

Modern tasavvurun bireyselleştirdiği insanların aşırı üretim-aşırı tüketim dengesinde, emeğini, evrenin kaynaklarını tüketen bir döngünün rüşveti her şeyin daha büyük ölçeğe taşınmasıdır.

Hatta hemen hiç üretmeden küresel kapitalizmin ürettiklerini gönüllü tüketmeye razı müşteriler haline getirilme durumunun çarpıklığı üzerine sorular üretmek mesela, artık hiç de yer bulmuyor Müslüman zihinde. Müslüman zihin bireyselleştiği ölçüde sekülerleşiyor, sekülerleştiği oranda da küresel pazara eklemlenmesi, sorgusuz teslim olması daha kolaylaşıyor.

Tüm bu hikayede bir de her şeye rağmen kaybedenleri, pastadan pay almak yerine altta kalanları hatırlamayı erteleyen, yok sayan, sorgulamayan bir büyük misyonla efsunlanmak ne dini davranıştır, ne de dini düşünüşle bağdaşır.

Aidiyetin, geleneÄŸin, inancın parça parça departmanlaÅŸtığı seküler muhafazakârlık halidir son dönemin hikayesi…

Ýlgili YazýlarDüşünce, Siyaset

Editör emreakif on July 15, 2014

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar

Daha Yeni Yazýlar: