Savrulmadan ‘savunmak’

Türkiye’de son on yıldır, tepede yaÅŸanan hesaplaÅŸmayı ayrı tutacak olursak, toplumsal olarak ‘sükûnetli’ bir dönem sürdüğü söylenebilir. Kemalist elitler güç ve zemin kaybettikçe farklı kesimlerden kitleler Ak Parti’ye ya destek verdi ya da muhalefetini geri çekti. Biyolojik ömrünü tamamlamış, Cumhuriyet elitlerinin dayandığı statüko etkinliÄŸini kaybetmesine karşın toplumsal bir muhalefet oluÅŸturamadı. Bunun nedeni, siyasal desteklerini yitirmelerinden çok uygulanmakta olan mevcut neoliberal politikalara, küreselleÅŸmeye uyum stratejilerine temelden itiraz edecek bir fikirden mahrum olmalarıydı. Kendilerinin gerçekleÅŸtirmek istedikleri birtakım politikaların, baÅŸarıların yıllardır yok saydıkları zümrelerce gerçekleÅŸtirilmiÅŸ olmasına içerlediler.

Bu yanıltıcı sükûneti saÄŸlayan neydi? Avrupa BirliÄŸi’ne entegrasyon, küresel sermayeye eklemlenme/uyum politikaları, yani neoliberal politikalar, demokratikleÅŸmenin yegane kriter olduÄŸu bir toplum tasavvuru… Bu geliÅŸmelerin temel ekseninde modernleÅŸmeyi içselleÅŸtirmiÅŸ muhafazakarlıkla paralel giden, BatılılaÅŸma politikalarını da aÅŸan, bir tüketim toplumu tipolojisi…

Bu yeni evreyi önemli ölçüde liberal aydınlar desteklerken aynı zamanda yönlendirmeye, yönetmeye talip oldular. Hatta kısmen bu iÅŸi üstlendiler. Siyasal riskini muhafazakarların yüklendiÄŸi bu süreçte toplumsal tabandan mahrum liberaller, Avrupa BirliÄŸi’nden, küreselleÅŸmeden yana olan aydınlar, akademisyenler ve medya mensupları belirleyici olmaya çabaladı.

Ne var ki, son zamanlarda seküler aydınların, liberallerin kontrolü kaybettiklerini, belirleyici olmaktan uzaklaÅŸtırıldıklarını hissettikleri ve ittifakın çatlamış olduÄŸu görünüyor. Geleneksel Kemalist muhalefetin yuvası CHP’den gelen cılız itirazlara karşın temel bir sistem eleÅŸtirisi ufukta görünmüyor. Neoliberal politikaların kaçınılmaz olarak meydana getireceÄŸi sosyal sorunlar üzerinden yeni bir muhalefet geliÅŸtirilmek isteniyor. Ä°ktidarın en zayıf olduÄŸu yanı da sanılanın aksine ne liderinin karizması, ne toplumsal destek zafiyeti, ne de itham edildiÄŸi diktatörlük… Tüm bunlar, bilakis zaten iktidarın gücünü oluÅŸtururken aynı zamanda neden muhalefetin doÄŸmakta olduÄŸunu da izah ediyor. EÄŸer uluslararası komplo varsa bizzat bu ziyadesiyle güçlü görüntüsüyle de alakalıdır.

İktidarı elinde tutan muhafazakarların asıl zaaf noktası; neoliberal politikalar nedeniyle bugüne kadar iktidarı destekleyen, pastadan her dönemden daha fazla pay aldığı halde bugün sokaktaki muhalefete arka çıkmaya icbar edilen sermayeyi besleyen ilkelerde aranmalıdır. Bu da iktidarın en önemli çelişkisine işaret eder. Belli ki gerekçesi ne olursa olsun, liberal aydınlar gibi, bu zamana kadar statükoyla iş tutmuş, onunla kurduğu ittifak sayesinde sermaye gücü olmuş kesimlerden, en azından, belli kısmı bu ittifakı bozmak istiyor.

Burada sorun, Türkiye’deki sermaye sınıfının zaten zihnen yabancı kaldığı bu topraklara ekonomik olarak da daha da yabancılaÅŸmasıdır. Önceden beri küresel Batılı deÄŸerlerin taşıyıcısı kimi çevreleri, entelijansiyayı destekleyen, kurumlaÅŸtıran ‘yerli hakim sermaye’nin ekonomik iliÅŸki ve çıkarları açısından da yerliliÄŸi kalmadı. Neoliberal politikaların, küreselleÅŸmenin bu yerli sermayeyi küresel kapitalizmin acentesi, distribütörü haline getirdiÄŸini unutmamak gerek.

Gelinen noktada iktidar ittifakının kısmen çözülme emareleri göstermesiyle birlikte ayrıcalıklarını kaybetmeye başlayan geleneksel seküler Batıcı kesimin -neoliberal uygulamaların doğurduğu sorunlar üzerinden yükselen itirazları fırsat bilerek- toplumsallaşma çabaları, iktidarı alışık olmadığı bir muhalefet tarzıyla karşı karşıya bıraktı. Üstelik genç kuşağın muhalefeti ile kaybettikleri statüyü ideolojik bir öfkeye büründüren ayrıcalıklı, beyaz kesimlerin geliştirdiği dil; doğrudan muhafazakar kesimin mağduriyet duygusunu yeniden pekiştirecek tonlara, saldırganlığa sahip. Kaybetmişliğin doğurduğu öfke patlamasını meydanlardaki protestocu gençlikle buluşturma maharetini sergileyen seküler orta ve elit tabakalara ve sermayeye karşın, iktidarın gücünü aldığı kesimlerin duyarlılıkları karşı karşıya geliyor.

Paradoksal olan şu ki, ekonomi politik anlamda alternatif hiçbir şey üretmeyen, hatta mevcut sıkıntıların müsebbibi politikalardan beslenen kesimlerin muhalefetlerini muhafazakarların değerleri üzerinden iktidara, hatta liderine yöneltmiş olmasıdır.

Elbette yapılan her siyasal analiz bir tespitten hareket ettiği gibi eksiklikleri de haizdir. Bundan böyle iktidarın geliştireceği dil, uygulamalar, topluma vereceği mesajlar hem kendi tabanı, hem Türkiye, hem de küresel güçlerle ilişkiler açısından önemlidir ve her biri üzerinde düşünülmeyi gerektirmektedir.

Asıl dikkat edilmesi gereken, Türkiye’de Müslümanlık adına bir cümlesi olanların varoluÅŸsal bir krize sebep olabilecek ilkesel, söylemsel bir savrulmaya yol açacak telaÅŸeye kapılmalardır. Bu memleketin varoluÅŸ ÅŸartları Müslümanlık gözardı edilerek inÅŸa edilemez. Geçici iktidar uÄŸruna hak ve adalet dilini ihmal etmekle kendini inkar etme pahasına ÅŸirinlik gösterisi aynı kapıya çıkar.

Gerçekle yalanın birbirine karıştığı medya ortamında, güçler savaşı ile hak mücadelesinin ayırt edilmediÄŸi bir süreçte, Müslüman’ın sahip olduÄŸu hakikat bilincine ve bilgisine her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Ãœlkenin sahipsiz olmadığı ancak bu idrak kuÅŸanarak gösterilebilir.

Ýlgili YazýlarDüşünce, Siyaset

Editör emreakif on June 18, 2013

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar

Bir Önceki Yazý: