Sanal olan her şey katılaşıyor!

Arap devrimleri daha çok sosyal medya devrimi olarak algılandı. Bir tür iletiÅŸim devriminin tetiklediÄŸi devrim olarak takdim edildi. “Ä°letiÅŸim devrimi” efsanesi Batıda tartışıladursun OrtadoÄŸu’da bu sosyal medya devrimi yaÅŸanmıştı ve gücü nerdeyse ÅŸehir efsanesine dönüşmüştü. Batıda iletiÅŸim devriminin etik ve sosyal boyutları akademik ve entelektüel düzeyde tartışılırken OrtadoÄŸu adeta çaÄŸ atlatılmış, kendi içinde etik, siyaset iliÅŸkisi gibi tartışmalardan azade tutularak devrimci bir iÅŸlev yüklenerek alkışlanmıştı. Belki Marshall McLuhan gerilerde kalmıştı ama mesela seksenli yıllarda Michael Traber’in The Myth of the Information Revolution kitabında konunun etik ve sosyal boyutu masaya yatırılmıştı. Son zamanlarda “Mass media” düzeyinde yapılan araÅŸtırmalar “sosyal medya” halini alacak ve devrimci bir misyon yükle/n/mekte hiç sakınca görülmeyecekti.

İnternet çağına hızla girildiği bir dönemde küreselleşme denilen gerçek efsanenin en somut göstergesi olan sosyal medya kullanımının iletişim olgusuna tahminlerin ötesinde bir akışkanlık-işlevsellik kattığı gibi kültürel ve toplumsal alışkanlıklar üzerinde sarsıcı, parçalayıcı ve yabancılaştırıcı bir etki yaptığı kuşkusuzdur.

Sosyal medyaların birebir iletişime imkan sağlaması, toplumun en ücra dokularına nüfuz etme yeteneği aynı zamanda onun en büyük zaafını oluşturuyor. İletişimin sanallaşması, bu sanallığın insan tekinin varoluş algısını bile kuşatan boyutlara varması; iletişimi elinde tutanların hegemonik gücünün sanal olduğu anlamına gelmiyor.

Bilakis hayatımız ne denli sanallaşıyorsa bunu elinde tutanların gücü de o denli katılaşıyor. Yani aslında, “sanal olan her ÅŸey katılaşıyor!”

OrtadoÄŸu’daki ayaklanmaları sanal aÄŸlara taşıtmaya kalkan “katı güçler” tüm dünyanın böyle bir efsaneye inanmasını istiyor. Tıpkı panayır devrimlerinde olduÄŸu gibi onlarca yıldır bu bölgenin insanlarının yaÅŸadığı gerçek çeliÅŸkilerini, meÅŸru taleplerini ve onur arayışını örtbas ederek sanallaÅŸtırma giriÅŸimiydi. Tıpkı bu vesilelerle toplanan kitlelerin olanca sosyal ve politik taleplerine, yoksunluklarına karşın devrimlerin ‘apolitk’leÅŸtirilmesi gibi.

En sonunda olan oldu ve tüm bu sarf ettiÄŸimiz lafların özeti bir durum ortaya çıktı. Bir Suudi prensin Twitter’a 300 milyon dolarlık yatırım yaptığı haberini aldık. Dahası bu prensin NewsCorp’un yüzde yedi hissesine sahip olması… Ayrıca Apple’da da hissesinin olması iletiÅŸim alanında yaptığı diÄŸer bir dikkat çekici yatırım.

Tabii serbest piyasacı bir yaklaşımla parayı veren istediği hisseyi alır demek suretiyle hafife alınacak bir konu değil bu. Liberal müdahaleciliği bize meşru gösteren yeni bir hegemonik devri açan Batılı sermaye sahipleri ve siyaset erbabı bu tür konularda hiç de liberal değil.

Amerika’nın dijital diplomasi alanında internet özgürlüğünü temel kıstas saymasının ve internet gibi medya alanında yeterince “özgür” olmayan ülkelerin kara listeye alınmasının yanı sıra ekonomik ve siyasi iliÅŸkilerde gözle görülür bir kriter haline gelen bu alana Suudi’nin yatırım yapmasının anlamı iyi okunmalı.

Bunun iki boyutu var: Ä°lki; madem Arap devrimlerini baÅŸlatan, örgütleyen sosyal paylaşım aÄŸları ise Suudi’nin Twitter’e yatırım yapmasının anlamı ne olabilir? Kendisi de muhtemel bir toplumsal kalkışmaya muhatap olma tedirginliÄŸini yaÅŸadığını düşündüğümüz Suudi yönetimi böylece muhalefeti kontrol altına almak mı istiyor, yoksa muhalefetin metalaÅŸtırılarak içeriÄŸinin bu yolla boÅŸaltılmasını mı? Her ikisi de mümkün. Nitekim bir Suudi yetkili, ülkesinde bir ayaklanma patlasa ve bunu sert bir ÅŸekilde bastırmak durumunda kalsalar olayla ilgili görsel ve yazılı malzemenin Mısır’da, Libya’da olduÄŸu gibi medyada yer alamayacağına dair “siz gazeteciler bunları yazamayacaksınız” türünden kibir dolu bir söylev çekmiÅŸti.

Ä°kinci husus, Suudi Arabistan’ın kendi ölçülerine göre uyguladığı internet sansürüyle bizzat Amerika’nın özgürlük kriterleriyle ters düşmesi yüzünden yaptırımlara maruz kalması gerekirken medya alanında yatırım yapmasına izin verilmesi de “dünya sistemi” dediÄŸimiz olgunun nasıl iÅŸlediÄŸi ve ne türden kriterlere dayalı bir örgütlenme biçimi olduÄŸuna dair yeterince fikir veriyor.

Medya, sermaye ve siyaset iliÅŸkisinin içine Suudi girince çok göze batan bir durum ortaya çıkıyor. Bu konuda kafasında kuÅŸku bile duymayanların Arap diktatörlerin medyayı ele geçirdiÄŸi söylemine yaslanmaları da baÅŸka bir vurdumduymazlık örneÄŸi ve hatta apolitik bir durum. Oysa medyanın asıl sermayesine sahip Batılı kapitalistlerin devletlerle, istihbarat örgütleriyle kurdukları iliÅŸkiyi örten bir söyleme dönüşüyor, “entarili Arap” para babaları figürü. Hâlbuki sözde en yaygın sosyal paylaşım siteleri hiç çekinmeden CIA gibi istihbarat örgütleriyle iÅŸbirliÄŸi yaptıklarını açıklayabiliyor. Burada ikiyüzlü bir tutum varsa bu tutumu sergileyenler baÅŸta Batılılar olmak üzere onların destek ve izniyle alana yatırım yapan Arap sermayesidir.

Olayın küresel sermaye ve strateji boyutu da baÅŸka bir tartışma. Mesela Çin elinde tuttuÄŸu bunca dolarla Amerika’da yatırım yapıp hisse satın alabilir mi? Çin’e bu izni vermeyen Amerikan sistemi zaten kendi bankalarında rezerv halinde tuttuÄŸu petrodolarların karşılığında hisse verebiliyor.

Sonuçta sanal devrimlerin gerçek olduÄŸuna inananların “enformasyon devrimi efsanesi” tartışmalarına dönmeden önce bu “katı gerçekler” üzerine kafa yormalarında fayda var.

Ýlgili YazýlarDüşünce

Editör emreakif on December 20, 2011

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar

Bir Önceki Yazý: