Poçitel’den Isfahan’a yitik nehir

‘Bosna’daki siyasi karışıklığa tepki gösteren bürokrasi kurbanları, pasaportu, parası ve mührü bulunan bir korsan devlet kurdu’ 28 mart 2013 -Yeni Åžafak

İçinden Zayende Rud geçen şehir…

Zayende Rud Nehri kıvrım kıvrım uzanıyor. AteÅŸperestlerin ateÅŸlerini yaktığı tepeden bakınca sol tarafta bir zamanlar Timur’un otaÄŸ kurduÄŸu alan; daha ilerde henüz gökdelenlerin, beton blokların istila etmediÄŸi, tarihin en zarif ÅŸehirlerinden biri münzevi görüntüsüyle kendini saklıyor adeta. Sarı rengin hakim olduÄŸu yapıları, avlulu bitiÅŸik evleriyle sarayları, abideleri birbirinden ayırt etmek çok zor. Sadece minareleri ve firuze kubbeleriyle camiler ayrılıyor… Uzaktan bakınca zaten firuze kubbelerle ÅŸehrin ufkunu tamamlayan daÄŸların biçimi birbirini tamamlıyor sanki. Zagros DaÄŸlarından çıkıp, üstündeki muhteÅŸem köprüleriyle Isfahan’a hayat veren Zayende Rud’un çok geçmeden çölde denize ulaÅŸmadan kaybolacağını bu tepeden bakan hiç kimse hayal edemez… Bir yanda ölümsüz güzelliÄŸin beÅŸiÄŸi bir ÅŸehre hayat veren, diÄŸer tarafta fanilik duygusunu en çarpıcı biçimde tadan nehir…

‘Isfahan nıfs-ı cihan…’ diyen acemlerin kendilerine özgü mübalaÄŸa yaptıklarını düşünsek de Ä°slam medeniyetinin bilgiye dayalı estetik ve sanat boyutunun burada tezahür ediÅŸine tanıklık edenler belki hak verecekler, belki de bu ifadeyi mütevazi bile bulacaklardır.

Selçuklular döneminden Safeviler’e uzanan tarihi yapılarıyla, medreseleriyle, çarşılarıyla, köprüleriyle, kervansaraylarıyla güzelliÄŸin her boyutunun hayatın içindeki cümbüşü, mütevazi dış görünümüyle sanki tezat oluÅŸturuyor.

Oysa hayli sessiz, derin, kendi halinde, abartısız, gösterişsiz, toprak renkli şehrin içine girince keşfedilen o güzellik duygusu da o denli hassas bir ruhun dışavurumu sanki.

Ä°ÅŸte, NakÅŸ-ı Cihan Meydanı’ndayız… Ä°slam ÅŸehrinde ‘meydan’ olup olmadığı tartışmalarına nazire yapar gibi muhteÅŸem… Aslında meydan çapında bir avlu burası. EÄŸer Batı’daki ÅŸehir meydanlarının yerine Ä°slam ÅŸehrinin cami merkezli külliyelerini yerleÅŸtirirseniz ÅŸehirlerin ruhu hakkında saÄŸlam bir fikir edinebilirsiniz.

NakÅŸ-ı Cihan sadece bir boÅŸluk deÄŸil; hayatı toplum ve fert planında kuÅŸatan yapıların kapılarının kesiÅŸtiÄŸi bir avlu, meydan olarak düşünülebilir. Meydanın bir ucu Kapalı Çarşı’ya açılıyor. Tam karşısında Ulu Cami… Yan tarafta Alikapusu Sarayı… (Bizdeki Babıâli gibi) . Onun karşısında medrese… Yani siyaset, ticaret, ilim ve ibadetin birleÅŸtiÄŸi bir alan burası. Her ÅŸey yerli yerinde duygusunu pekiÅŸtiren bir düzen anlayışı… Ä°slam ÅŸehrinin hiçbir formülasyonunun olmadığını savunan, ÅŸehri daracık ve karışık sokaklardan ibaret gören modern sosyolojik oryantalist tezin aksine kendi iç tutarlılığıyla örülmüş bir ahenk.

Ä°slam medeniyetinin en muhteÅŸem ÅŸehirlerinden biri olarak Isfahan’ın beni en fazla etkileyen yanı, güzellik duygusunun hayatın tüm alanında mündemiç olması. Adeta o estetik ruhun teneffüs edilen havaya bile sinmiÅŸ olduÄŸunu hissetmek… Sessizce, alabildiÄŸine mütevazı, göz kamaÅŸtırıcı renklerin bezediÄŸi bu güzelliÄŸin zarif bir etik kaygıyla aynı derecede yalınlık duygusunu verebiliyor olması…

Bu klasik Ä°slam ÅŸehrinin bütününe bakıldığında devasa abidevi eserler yok; hemen her ÅŸey insani ölçekte. Ä°stanbul’la kıyaslandığında Süleymaniye gibi gök kubbeyi tutan bir camii yok ama NakÅŸ-ı Cihan gibi yatay bir tasarım var. Abidevi ihtiÅŸama sahip Süleymaniye’deki taşın taÅŸ olarak iÅŸlev gördüğü sadeliÄŸe karşın, Isfahan’da daha küçük ölçekte eserlerle, alabildiÄŸine muhteÅŸem renk ve arabeskin tüm formlarıyla bezenmiÅŸ satıhla karşılaşıyorsunuz. Kubbelerin dış yüzü muhteÅŸem renk ve süslemenin göz kamaÅŸtırıcı örneÄŸi. Camilerde ışık ve akustik tekniÄŸinin hayrete düşüren uygulamaları…

Hepsinden önemlisi tüm eserlerde insanı büyüleyen güzelliğin nakış nakış işlenmiş bir soyutlama ifadesi olarak karşıma çıkan, tekrarlanarak sonsuzluk fikrini telkin eden figürler…

İslam sanatında ve estetik anlayışında resmin yerine, tabiattan bir şeklin kırık çizgilerle sonsuz sayıda tekrarlanarak oluşturulan süslemelerin nasıl olup da bu denli sadelik duygusunu öne çıkarabildiğini izah edemiyorum; bir tür acziyetle birlikte bitimsiz bir tat duygusu kaplıyor. Gölgesiz, olayı değil faaliyetin tipini esas alan ve süreklilik duygusunu pekiştiren çizimler…

Ä°slam sanatının non-figuratif özelliÄŸi, tabiattan koparılmış çizgilerin sonsuz sayıda tekrarı, canlı renklerin farklı kullanımının bu denli çarpıcı kullanılırken aynı zamanda sadeliÄŸin, abartısızlık düşüncesini de insanda uyandırabilmiÅŸ olması, soyutlamada ne denli baÅŸarılı olduÄŸunun kanıtı deÄŸil mi? Detaylarda süslemenin bu denli yoÄŸun olarak kullanılışıyla karşısında muhteÅŸem bir sadelik fikrine kapıldığım baÅŸka bir örnekleri, Ä°slam medeniyetinin en Batı’daki temsilcisi Endülüs eserlerinde görecektim. El-hamra’nın renklerden çok kabartma tekniÄŸi ile tüm yüzeyi süslemesine raÄŸmen Batı resminde olduÄŸu gibi abartılı bir temsiliyet ve süslemeden tümüyle farklı bir sadelik hissi vermesi… Özellikle hüsnü hat sanatının Isfahan’da ve Gırnata’da, kullanış biçimi farklı bile olsa, aynı soyutlamayı baÅŸarıyla uygulaması, Müslüman sanatçının farklı zaman ve mekanlarda benzer estetik tecrübeyi belli dil ve üslup içinde somutlaÅŸtırabilmesinin evrensel ölçekte örnekleri deÄŸil midir?

Neretva kıyısında bir köy…

Yıllar önce gittiÄŸim Isfahan’ın bende bıraktığı ilk iz: Bu denli renk ve ÅŸekilden oluÅŸan, adeta göz kamaÅŸtıran süslemelerin nasıl olup da bu kadar sadelik duygusunu verebiliyor olmasıdır. Evet, çinilerde sonsuz sayıda tekrarlanan ÅŸekillerin, firuze kubbelerin sonsuzluk düşüncesini kışkırttığı bir sadelik ve hatta tevazu…

Bunun nedenini Isfahan’dan çok uzakta bir Osmanlı köyünde bulacaktım. Isfahan gezisinden hemen sonra hiç de hesapta yokken Bosna’ya gitmem gerekti. Defalarca gittiÄŸim halde zihnimde Isfahan’da ortaya konan estetik anlayışı ile Bosna’nın o zarif, sade güzelliÄŸi arasında bir karşıtlık oluÅŸacağını düşünürken, yine bir tepeden baktığım bir köyde her ÅŸey yerli yerine oturacaktı.

Tepedeki kalesinin kulesine çıktığımda aşağıda Neretva Nehri kıvrıla kıvrıla yeşil rengiyle akıyordu. Dağın eteklerinden nehrin kıyısına kadar uzanan Poçitel köyünün taş örtülü çatıları görünüyor.

AÅŸağıda zarif ve her ÅŸeyiyle orantılı bir cami, kubbe ve minaresiyle eski surlardaki kulelerle yarışıyor. Caminin yanında medrese, hamam… Ve dağın eteklerinde, dağın ÅŸekline göre serpilmiÅŸ köy evleri. Basit taÅŸ ve çatısı taÅŸ döşeli evler… Arnavut kaldırımlı kıvrım kıvrım sokaklar… Yer yer yükselen servi aÄŸaçları…

Her ÅŸey yerli yerinde. DaÄŸ, nehir, doÄŸayla barışık evler… Muntazam çizgileri olan basit pencereler… Pencerenin hemen altındaki canlı renk boyalı ahÅŸap tahta… Sanki her ÅŸey baÅŸtan usta bir mimarın, grafik sanatçısını elinden çıkmış gibi. Basit bir hareketle müthiÅŸ bir estetik kazandırılan yapılar. Bir ÅŸey bu kadar basit, sade olurken bu kadar sarsıcı güzellikte nasıl olabilirdi? Bunun cevabı ancak Poçitel’i imar eden bir medeniyetin beslendiÄŸi güzellik duygusunda ve onun Yaratıcıyla, evrenle, insanla kurduÄŸu iliÅŸkide saklı.

OrtadoÄŸuda Müslümanların yaÅŸadığı kaos, Bosna’daki sahipsizlik yitirilen bu güzellik duygusunun sonucu olduÄŸunu düşündürmüyor mu?

Ýlgili YazýlarKültür

Editör emreakif on March 30, 2013

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar

Daha Yeni Yazýlar: