Kaba-taÅŸ devri modernliÄŸi

Son dönemde AKP, başından beri iktidarına destek veren, Kopenhag kriterlerinin uygulanması yönündeki icraatlarını savunan liberal-sol-demokrat aydınlardan yoÄŸun eleÅŸtiriler alıyor. BaÅŸtan söyleyeyim: Ak Parti’nin muhafazakarlarla kurduÄŸu ittifaklar gibi liberal-sol kesimle kurduÄŸu ittifakı da sahici bir ittifak olarak görmedim. Devletin dönüşmesi sürecinde, hem küresel piyasalara ve dünya sistemine entegrasyonun, hem de içerdeki yapıların yeniden inÅŸa edilmesinin bu ittifak sayesinde olduÄŸu izlenimi var. Evet, bu destek sadece politik destekten ibaret olsaydı reel politik anlamda anlaşılabilir bir durumdu. Oysa sol-liberal kesim, daha doÄŸrusu kendisini her türlü siyasal, toplumsal konu hakkında deÄŸerlendirme, hak dağıtma, eleÅŸtirme konumunda gören modernleÅŸmeci-Batıcı aydın kesim, bu sürecin teorik arkaplanının, akıl hocalığının kendilerine ait olduÄŸunu her fırsatta ima ediyor. Buna muhafazakar-liberal aydınlar da dahil. Kendilerine her konuda haklı olmak, her konuda deÄŸer hükmü vermek, ama hiç yanılmamak gibi eÅŸsiz bir entelektüel konum biçenlerin yeni eleÅŸtirel pozisyonları pek çok açıdan arızalı görünüyor.

Ak Parti’nin yanlışları bir yana, liderinin üslubundan, tarzından baÅŸlayarak elitist bir bakışla hüküm verme makamından konuÅŸmaya baÅŸlayan bu seçkinci zümrenin eleÅŸtirilerinden çok eleÅŸtirilerini geliÅŸtirdikleri zeminin mercek altına alınması gerekiyor. Tıpkı ErdoÄŸan’ın kültürel genlerine döndüğü eleÅŸtirisinde olduÄŸu gibi bunlar da ‘seçkinci, halkçılık kibirlerine’ avdet etmiÅŸ görünüyorlar.

Bundan yıllar önce (2007’de) verdiÄŸi bir mülakatta; Türkiye’de sosyal bilimlerde çığır açan, tabu sayılan din-toplum iliÅŸkisini sosyolojik olarak ele alma cesareti gösteren Åžerif Mardin bile, Türkiye’deki sancıyı modernleÅŸme–din çerçevesinde ele alırken, ‘sessiz çoÄŸunluÄŸun kavuÄŸundan çıktığı’ yorumuyla sayısal azınlığın moral üstünlüğünden dem vuran, oryantalist izler taşıyan, modernleÅŸmeci bir kibir sergilemiÅŸti. O zaman ÅŸunları kaydetmiÅŸtik:

‘Åžerif Mardin’inin azınlık çoÄŸunluk tanımlaması çok daha müthiÅŸ: sayılar açısından azınlık çoÄŸunluk baÅŸka bir ÅŸey, moral açısından çoÄŸunluk baÅŸka bir ÅŸey. (…) Azınlıktaki elit bir grubun, memleketi modernleÅŸtirmek için ‘ÅŸunları ÅŸunları yapmak lazım’ diye iyi niyetle düşündüğü bir ülke. (…) 1960’tan sonra insanlar yavaÅŸ yavaÅŸ o kovuklarından çıkmaya baÅŸladı. Bu gerçekle yüzleÅŸmek mecburiyetindeyiz. Kovuklarından çıkan insanların memleketinde ne yapılır? Onlarla nasıl baÅŸ edilir?

Bu ülkenin din ve kültürel deÄŸerlerini ‘mahalli’ olan, hayat tarzı ve dünya görüşü itibariyle bu deÄŸerlere baÄŸlı olanları da ‘kovuÄŸuna çekilmiÅŸ’ (inine de diyebilirdi) olarak tanımlayan Mardin, seçkinler zümresinin yapıp ettiklerini ise ‘iyi niyetle giriÅŸilmiÅŸ modernleÅŸme’ projesi olarak ‘milli olan’ düzeyinde tanımlıyor.’

Bu liberal ittifakın çökmesi ile, her şeyin belirleyicisi olma ve her durumda haklı olmanın hazzının daha fazla sürdürülemez olduğu gerçeğinin dayanılmaz acısını çeken modernleşmeci aydınlarımızın olanca halkçı, solcu, muhalif duruşlarıyla resim vermelerine rağmen erken dönemlerde edindikleri zihinsel formatlarına geri döndükleri, Kemalist reflekslerinin kendini ele verdiği dönemdeyiz.

Bu noktada sorun; iktidarın uygulamalarının eleÅŸtirilemez, hatasız olduÄŸu eleÅŸtirisinden çok; eleÅŸtirme biçimleri… Yoksa her eleÅŸtiriye cevap veren savunmacı anlayışın da iktidarı körleÅŸtirdiÄŸi ayrı bir gerçek.

Nasıl olup da halkçılıkla solculuÄŸun, elitizmle muhalifliÄŸin, yerlilik iddiasıyla Batıcılığın aynı anda aynı iliÅŸkilerde buluÅŸabildiÄŸi, Türkiye’nin aydın sorununun temel meselesidir. Mesela Pazar günkü yazısında Murat Belge’nin -dünya görüşü, siyasal tutumu açısından eleÅŸtirme hakkı saklı olmakla birlikte- ErdoÄŸan’ı deÄŸerlendirirken siyasetine yaklaşım biçimi, kullandığı argümanlar çok manidar. AKP ve politikalarından hazzetmeyen bir aydının tek tek hükümet uygulamalarını eleÅŸtirme hakkından söz etmiyoruz. Sorun eleÅŸtirmenin kültürel ve zihinsel kodlarının ne ÅŸekilde tezahür ettiÄŸi ile alakalı. Belge şöyle diyor:

‘Bilinçlenme düzeyinin dereceleri var. En büyük kalabalıkları, en az yontulmuÅŸ düzeyde buluyorsunuz. Modern dünya hâlâ ‘kitle’ ve ‘nitelik’ kavramları arasında köprü kurmanın yolunu bulamadı (belki de aramadı). BaÅŸbakan ÅŸimdi en yontulmamış kesime hitap ediyor, o kesimi ajite etmeye çalışıyor. Bu yöntemle o düzeyde yaratacağı kolektif enerjinin daha üst bilinçlilik düzeylerine varmış bireyleri de baÄŸlayacağını, bu zorunlu ve zorlu varkalma savaşının neferleri haline getireceÄŸini umuyor.’

Bu toprağın deÄŸerlerini mahalli bulan, bu deÄŸerlere sahip çıkan çoÄŸunluÄŸu ‘kovuÄŸundan çıkan’ yabanıl, medeniyetle tanıştırılması gereken mahluklar zümresine indirgeyen tüm bu oryantalist bakışla; modernleÅŸme yönünde toplum mühendisliÄŸini uygulama misyonunu yüklenen Batıcı azınlığa moral üstünlük veren bakış açısının ‘KabataÅŸ devri’ modeli ile karşı karşıyayız.

‘En yontulmamış kesim’ söylemi, metaforu aÅŸan bir anlam ifade ediyor. Cumhuriyet seçkinlerinin bir türlü adam edemediÄŸi, liberal-sol aydınların da bir türlü bilinçlendiremediÄŸi, antropolojik bir vakıaya indirgenen bir kitleye ders veriyor, ‘KabataÅŸ devri aydını’. Tepeden inmeci modernleÅŸme projelerinin liberal özgürlükler adına buyurgan bir dile dönüşmesi, sadece karşı tarafın tek adam siyasetinin eleÅŸtirisine indirgenemeyecek bir zihinsel formata sahip. Bu formatın dışavurumu, karşı tarafın kendini kritik etme imkanını ortadan kaldırdığı gibi, eski korkularını ortaya çıkararak daha savunmacı, haklılaÅŸtırıcı bir tarza dönüştürebiliyor.

Ýlgili YazýlarDüşünce, Siyaset

Editör emreakif on February 25, 2014

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar