İki saray, iki tarz-ı siyaset

Alman şair Rainer Rilke’nin de kuzeni olan Anna Grosser Rilke, 19. yüzyılın en önemli kadın piyanistlerinden biridir. Avrupa’da pek çok sarayda konserler vermiş bir sanatçıdır. Uzun yıllar geçireceği İstanbul’a geldiğinde Abdülhamid’in huzurunda piyano konseri vereceğini hayal bile etmemişti muhtemelen. Hatıralarında anlattığı kadarıyla Yıldız Sarayı’nda Sultan Abdülhamid’e özel konser verirken hiçbir kralın huzurunda bu kadar heyecanlanmamıştı. Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar gazeteci olarak kaldığı İstanbul’da siyaseti, savaşı, Osmanlı toplumunu yakından izleyecektir.

Benden hayli büyük yaşıtlarına göre hayli okumuş bir yakınım, Abdülhamid’den müthiş bir saygı ile bahsederken, “Geceleri derin uyumamak için yastığına taş doldururmuş” derken hiç tereddütsüz inanıyor oluşuna gerçekten şaşırmıştım. Bir yanda batılı zevklere sahip bir sultan diğer tarafta dervişvari bir hayat süren veli padişah imgesi…

Önümüzdeki günlerde gündemi Dolmabahçe ile Yıldız Sarayı’nın temsil ettiği siyaset üzerinden okuyan tartışmalar dolduracak gibi görünüyor. Memleketin hayati konuları bir yana bırakıp temsiller üzerinden siyaset okuması Batıcı elitlerin olduğu kadar muhafazakâr kesimin de sıklıkla başvurduğu bir sığınaktır. Batılılaşmayı şekilcilikten öteye geçiremeyen bir aydın zümreye karşı kaybettiği değerleri savunmak adına görüntüye indirgenmiş bir tepkisellik söz konusu.

Dolmabahçe Sarayı, Topkapı Sarayı’nın temsil ettiği Osmanlıdan sadece mekansal anlamda değil onun temsil ettiği anlamdan da kesin bir kopuşun mekanıdır. Osmanlı estetiğinin en güzel temsilcisi olan sahil sarayının yerine yapılan Dolmabahçe, daha önceki denemelerden farklı olarak sadece ikamet yeri değildir. Dönemin Batılı anlamda diplomasinin ihtiyaçlarına karşılık verecek şekilde devletin idare edildiği yerdir. İmparatorluğun kalbi mesabesindeki bu saray devletin iktisadi, siyasi ve kültürel durumunun aynası gibidir. Batılı sömürgeci iktisat sisteminin kuşattığı devletin durumunu sembolize edercesine borçla yapılmış eklektik bir mimari ve estetik anlayışı temsil eder. Döneminin batı sanat anlayışlarının sentezini yansıtır ama içten içe de haremlik-selamlık kısımlarıyla eskiye dair kurumsal ilişkilere de yer verir.

Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti ilanından sonra uzun bir süre İstanbul’a gelmemesi nasıl yeni durumla alakalı ise, geldiğinde de Dolmabahçe’yi mekan edinmesi de benzer biçimde sarayın kuruluşundaki kopuşu hatırlatır. Nasıl siyasetten mimariye klasik Osmanlı değerlerinden kesin bir kopuşu ya da en azından biçimsel anlamda niyeti temsil ediyorsa, Cumhuriyet sonrasının tavrı için de böyle bir sembolizm yüklenebilir. Osmanlı ağırlığı kendini hissettirse de artık başka bir Osmanlı’dır.
Yıldız Sarayı Abdülhamid’in Dolmabahçe’den kaçışının eseridir. Dolmabahçe’nin temsil ettiği kuşatılmışlıktan bir kenara kaçmanın…

Panislamizm’in sembol ismi Abdülhamid hem İttihatçıların hem Cumhuriyet elitlerinin ideolojik karşıtı idi. Yıldız Sarayı Dolmabahçe’ye göre daha gösterişsiz, pratik ihtiyaçlara göre zamanla ilavelerle geliştirilmiş bir yapı. Dolmabahçe tüm görkemine karşın, Tanzimat paşalarının daha sonra Babıali’nin yönetimde sarayı gölgede bıraktığı dönemdir. Yıldız ise Said Halim Paşa’nın tespitinde olduğu gibi, padişaha karşı bağımsızlaşan bürokrasiye karşı sarayın yeniden gücü ele geçirme hamlesidir.
Abdülhamid’i bugüne kadar ideolojik ve siyasi tartışmanın merkezine yerleştiren, herhangi bir Osmanlı padişahından farklı kılan kişiliği ve uyguladığı siyaseti ve yakın tarihimiz açısından hükmettiği dönemidir. “Kızıl Sultan” yahut “Cennetmekân” gibi iki üç itham ve ikram arasında ele alınması toplumsal travmalarımızın da resmidir.

Abdülhamid tıpkı sarayının planlanması gibi pratik yöntemlerle imparatorluğun çöküşünü geciktirmeye, önlemeye çalışan bir sultandı. Sarayı da Dolmabahçe gibi baştan planlanmış bütünlüklü bir yapı olmaktan çok güç, iktidar ve ihtiyaç ilişkilerine göre şekillenen bir yapılar topluluğudur. Bu yapılar arasında birbiriyle uyuşmayan farklı işlevlerde bölümler bile olabilir. Tıpkı konser veren Rilke ile veli yerine koyan Anadolu Müslümanının algısı gibi.

Abdülhamid’in İslamcılığı ile modernliği/modernistliğini aynı kişide buluşturan da herhalde bu pratik yanıdır. Döneminin Avrupa krallarıyla kıyaslandığında gerçek anlamda siyaset dehasıdır.

İslamcılık politikalarını devlet siyaseti olarak uygularken küresel aktörlere meydan okuyordu. Ama gerçekte bu strateji merkezi tahkim etmeye yönelik bir adımdır. Belki Abdülhamid muhafazakâr modern tanımına uygun bir halife idi. Bir yanda modern okullar açıp buradan sosyal Darwinist, batıcı modernist nesiller yetiştirirken diğer tarafta Panislamcı politikalarla küresel rakipleriyle mücadele etmeye çalışıyordu. Çok zekice kurgulanmış siyaset oyununu ince ince örüyordu. Ne var ki, onu deviren ittihatçılarda bunu anlayacak siyasi derinlik yoktu.

Dolmabahçe tüm görkemine rağmen içi boşalmış bir geleneğin ve künhüne vakıf olunamayan bir taklidin simgesi. Yıldız, muhafazakar modernizmin merkezi tahkim etme çabası.

lgili YazlarSiyaset

Editr emreakif on November 10, 2015

Etiket: , ,

Yorumunuz

İsminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

Kişisel Blogunuz

Comments

Dier Yazlar