Değişimle yozlaşma arasında muhafazakarlık

‘Her ÅŸey zıddıyla kaimdir’ derler. Zıddına benzeyen aslını yitirir…

Toplumun yozlaşmasından şikayet etmek yeni bir olgu değildir. Her nesil kendinden sonrakilerin ne kadar değiştiğinden şikayet eder. Toplumsal değişimle toplumsal yozlaşmanın arasındaki ince çizgiyi genelde pek fark edemeyiz.

Kimine göre toplumun deÄŸiÅŸmesi kaçınılmazdır; bu var olan dinamizmi gösterir. DeÄŸiÅŸimin doÄŸasını anlamak, çözmek için sosyal bilimler tüm çabalarıyla yeni kuramlar geliÅŸtiriyor. Bu yönüyle toplumsalı kontrol altına almanın ideolojik aygıtları olarak da bakabiliriz sosyal bilimlere. En azında modern zamanların toplum mühendisliÄŸi için devletin ideolojik aygıtı oldu…

Toplumun deÄŸiÅŸmesini mutlaklaÅŸtıran, yücelten, her deÄŸerden önce ‘deÄŸiÅŸimi’ esas alan söylem kulaÄŸa hoÅŸ geliyor. GöreceliÄŸe dayanan bir deÄŸer algısı bu yoruma götürüyor ister istemez.

Diğer tarafta gelenek ve alışkanlıklarla yozlaşmayı birbirine karıştıran tutucu tavır toplumda yaşanan dinamizmi anlamak yerine şikayet etmeyi yeğler. Bu tutucu tavır ahlaki olandan çok alışkanlıklarını öne çıkarır, alışkanlıklarının elden gitmesine hayıflanır.

Toplumsal deÄŸiÅŸimin olduÄŸu kadar tutuculuÄŸun sosyolojisi de vardır. Sosyal bilimciler her ikisini de toplumsal ve bireysel deÄŸiÅŸimin nesnesi olarak ele alır. Her iki tavır da toplumu, bireyi ilgilendiriyorsa siyasal sistem bu tavırları doÄŸru okumak, doÄŸasını çözmek, bunlara yönelik argüman geliÅŸtirmek isteyecektir. En azından sosyal bilimlerin doÄŸuÅŸunun, August Comte’dan beri, bir toplum mühendisliÄŸi, yeni bir insan tipi inÅŸa etme projesi olduÄŸunu söyleyebiliriz.

Zaman zaman içinde yaÅŸadığımız toplumun, çevremizin, yakınlarımızın eÄŸilimlerine; din, ahlak, deÄŸerlerle iliÅŸkilerine bakarak endiÅŸe ettiÄŸimiz olur. Bir tür tedirginliktir halidir. Bu anlamda deÄŸer sahibi olmak bir ÅŸeyleri muhafaza etmeyi gerektirir. Batı’daki ‘conservatism’ anlamında deÄŸil ama ilahi emaneti muhafaza etmek, ÅŸahitlik etmek misyonuyla çevredeki olup bitenlere karşı tedirginlik hissi, aynı zamanda da topluma karşı sorumluluk duygusuna iÅŸarettir.

Türkiye’de siyasal iktidar erkinin deÄŸiÅŸiminin, biyolojik ömrünü tamamlamış bir zihniyetin devre dışı kalmasının sosyo-ekonomik iliÅŸkileri de etkilediÄŸi ve bu durumun ortaya çıkardığı siyasal mücadelenin sadece yönetim erki ile sınırlı olmayıp toplumsal gerilimi de tetiklediÄŸi hususunda hemfikiriz. Şüphesiz hiçbir iktidar, kendini ayrıcalıklı sayan toplumsal katman bu konumundan vazgeçmek istemeyecektir. Zaten kendiliÄŸinden vazgeçen erdemli bir iktidar olsaydı bu ayrıcalıkları ötekileÅŸtirdiÄŸi sessiz çoÄŸunlukla paylaşırdı.

Siyasetle beraber toplumsal ve ekonomik kaynakların, imkanların el değiştirmesine, daha doğrusu farklı kesimlerin de bundan pay isteyecek hale gelmesine dair ve hem iktidar-sermaye, hem devlet-halk ilişkisinin yeniden düzenlenmesine dair yapılan çözümlemelerden çıkarılacak sonuç; mesela liberal yahut sınıf temelli bakış açımıza göre değişecektir.

Ancak tüm siyasal bilimler ve toplum bilimleri açısından yapılacak çözümlemelerden nasıl sonuç çıkarılırsa çıkarılsın, ‘deÄŸiÅŸimin ahlaki temelleri nedir?’ sorusuna verilecek cevabı hepsinden daha çok önemserim.

Anadolu’nun ekonomik pastadan pay almaya baÅŸlamasının muhafazakar kesimde ne türden sonuçlar doÄŸurduÄŸunu görmek için sosyal araÅŸtırma yapmaya gerek yok. Gündelik hayatta insan davranışlarında, hayat tarzlarında gözlemlenen deÄŸiÅŸim bile sürecin nereye doÄŸru evrildiÄŸine dair yeterince fikir veriyor.

Bayram vesilesiyle daha farklı mekan ve kesimlerle karşılaşınca ister istemez yeni muhafazakar sınıfın zıddına benzemeye başladığına, daha önce eleştirdiği davranış normlarını aynen benimsediğine bir kez daha tanık oldum.

İnsanların kazanıp helalinden harcamaları ile lümpen, saygısız bir şekilde servetini gösteriş vesilesi yapması arasında fark var. En azından toplumsal planda sergilenen sonradan görme zenginlik alametlerinin değişimden çok yozlaşma işareti olduğunu söyleyebilirim.

Statüko dediÄŸimiz yapının seçkinlerine özgü ayrıcalıklılar arasına karışanlar, -Batı’daki gibi toplumsal temeller, söz gelimi aristokrasi gibi yerleÅŸik sınıfsal yapılar olmadığı için- kolayca sosyeteye, elitler zümresine dahil oluyor; önemli olan sahip olduÄŸu serveti.

Henüz bu çapta bir muhafazakar zenginler sınıfı oluşmasa da gelir düzeyi bir şekilde artan, daha farklı semtlerde, sitelerde yaşamaya başlayan bir kesimin oluştuğu kesin.

Ä°nançlarından dolayı taşıdıkları üstünlük duygusu ile güç ve iktidar sahibi olmanın getirdiÄŸi kibir görüntüsü toplumsal hayata hemen yansıyor. Ãœstelik daha önce karşı çıktıkları tüm davranış normlarını sergileyerek…

Ä°ÅŸte bu toplumsal deÄŸiÅŸim deÄŸil bir ahlaki çürümedir. Servetin nasıl kazanıldığı kadar nasıl harcandığı da Müslüman için sorgulanması gereken ölçüdür. GösteriÅŸ, baÅŸkalarını yok sayan kibir, büyüklük ve de her taraftan taÅŸan görgüsüzlük… Bu göstergeler bile deÄŸiÅŸim denilen ÅŸeyin mutlaka iyi olmadığını, tutuculukla erdemin, ahlakın korunma kaygısının farklı olduÄŸunu gösterir.

Ýlgili YazýlarDüşünce, Siyaset

Editör emreakif on October 22, 2013

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar