Davos neden Türkiye’de

Türkiye’nin de içinde bulunduÄŸu küresel sermaye sisteminin doÄŸasını, iÅŸleyiÅŸini, yeni bir gözle okumadan hem bölgede hem de memlekette olanları kavramak, en azından bir kısmını açıklamak zor. Aksi takdirde özellikle sol literatürün 19. yüzyıl Marksist terminolojiden mülhem okumaları gerekli ama eksik kalacaktır. Marks’ın kapitalizmin anlaşılması için yaptığı çözümlemeler, yöntem olarak önemini koruyor olsa da yeni bir durumla karşı karşıya olduÄŸumuz da kesin. Kapitalizmin geldiÄŸi evreyi salt emek-sermaye- sömürü üçgeninde okumanın da yetersiz kalacağı aÅŸikar.

Sanayi kapitalizminin yerini finans kapitalizminin aldığı, bunun küreselleşme biçimleri ve de özellikle ulus devletle ilişkisi yeni çözümlemeler istiyor. Finans kapitalizminin küreselleştiği bir evrede devlet sermaye ilişkisi de yeni bir boyut kazandı. Sömürge çağından farklı olarak küresel finans kapitalizminin ulus devletten farklılaştığı yer yer bağımsızlaştığı hatta çatışabildiği söylenebilir. Sermaye kurduğu ilişki biçimi devleti de aşan ama gerektiğinde devletin sırtına binmesini bilen çok daha karmaşık çıkar ilişkileriyle kompleks bir yapı oluşturuyor.

Türkiye artık bu küresel ağın, sistemin bir parçası. Bir farkla ki yerli sermaye grupları hala devlete bağlı ama kendini devletten bağımsız hissedecek kadar da küresel ilişkilere girmiş bulunuyor. Yerli sermayenin önemli kısmı üretim ve kazancında bu toprağa bağlı kalmaktan çok küresel markaların distribütörü olmayı seçti. Neo liberal politikalar; içerde küçük girişimleri eritirken küresel ölçekte de tekelleşmeyi getirdi. Bu nedenle yerli olmaktan çok küresel, eski deyimle dışa bağımlı hale geldikleri söylenebilir.

KüreselleÅŸmeyle birlikte Türkiye’nin kısa dönemde zenginleÅŸmesi en azından kiÅŸi başına düşen gelir seviyesinin üç kat artması gibi bir hacme ulaÅŸması eleÅŸtirel okumaları erteliyor ya da durumun görmezden gelinmesine neden oluyor. Oysa tam da bu noktada emek sermaye, hatta piyasa ve adalet gibi temel insani deÄŸerlerin yeniden ele alınması gerekir.

DiÄŸer taraftan Türkiye’nin küresel sisteme entegre olmasının küresel güç dengeleri içinde ne anlama geldiÄŸine dair esaslı bir analize ihtiyaç var. Sol liberal naiflikteki eleÅŸtirilerle hamasi muhafazakar heyecanını bir kenara bırakıp sistemin doÄŸasını çözümlemeye ihtiyacımız var.

Bu baÄŸlamda Türkiye’de AK partinin her seçimde galip gelmesinde hükümet politikalarının sonucu olduÄŸu kadar muhalefetin çapsızlığının belirleyici olduÄŸu muhakkak. Yalnız bu sonuçların salt olarak seçmenin muhafazakar deÄŸerler yönündeki tercihinden kaynaklandığı tezi de hayli ÅŸaibelidir. Zira artık hepimizin cebinde taşıdığı kredi kartının ne anlama geldiÄŸi, toplumsal düzeyde seçmen davranışını, tercihini nasıl etkilediÄŸi hususunu gözardı eden hiçbir çözümleme gerçekçi olamaz. Toplumun inanç ve deÄŸerleriyle olan beklentileri önemli olmakla beraber her birinin ödemek zorunda olduÄŸu taksitlerin istikrarsız, güçsüz bir iktidarda maliyetinin ne olacağı sorusunun sanılandan daha fazla belirleyicidir.

Benzer ÅŸekilde ‘Türkiye’yi istikrarsızlaÅŸtırmak isteyen dış güçler’ hikayesinin de fazla geçerliliÄŸinin olmadığının en bariz göstergesi Davos’un Türkiye’de toplanmasıdır. Özellikle ‘one minute’ çıkışından sonra toplumsal algıda en azından Türkiye’ye iyi bir ders verileceÄŸi yönünde beklentiler ortaya çıkmıştı. Oysa Davos Türkiye’de toplandı ve bugünlerde de Ä°stanbul’da.

Bazen Ä°srail’in devlet onurundan sermaye çıkarlarının daha önde olduÄŸu gerçeÄŸi; muhafazakar kesimler açısından ezber bozucu sembolik deÄŸeri hayli fazladır.

Mesela bugünlerde Davos toplantısından baÅŸka Amerikan üst düzey ticaret heyetinin, bakan ve BaÅŸkan Obama’nın danışmanları dahil yatırım için gelmelerinin tek boyutlu açıklaması yok. Türkiye’yi parçalamak ağır kaçıyorsa istikrarsızlaÅŸtırmak isteyen Batı neden böylesi önemli adımları atıyor olabilir? Şüphesiz Türkiye’nin imkanları, potansiyeli, OrtadoÄŸu’yla olan iliÅŸkisi yani jeo-ekonomik konumu temel nedenlerden biri. Jeopolitik ve askeri iliÅŸkilerle ekonomik çıkarların birleÅŸtiÄŸi gibi ikisinin de zıtlaÅŸtığına dair yeterince gerekçe bulunabilir.

Şunu hatırlamakta yarar var: cebimizde taşıdığımız kredi kartları bireysel olarak nasıl bizleri bağlıyor, tercihlerimizi etkiliyorsa; dünya sisteminin de bu ülkede, ülke üzerinde yatırımları daha doğrusu çıkar hesapları mevcut.

Belki sistem açısından mevcut iktidardan pek hazzetmiyor olabilirler. Toplumsal desteğe, görece hayat tarzı, yönetim biçimine rağmen işini yapmaya davam etmesinde bir beis görmeyecektir. Siyasi tercihlere nazaran ekonomik tercihler daha ağır basıyor. Kaldı ki şu süreçte bölgenin alabildiğine kaotik yapı arzettiği bu ortamda Türkiye gibi büyük bir yapının ekonomik ve siyasal bir kaosa sürüklenmesini isteyecekleri düşünülemez. Bu durum statükonun (yeni statüko) devamını sağlamaya yetecek görünüyor.

Bu arada hegemonların siyasal ve askeri pazarlık kozlarını maksimize etmesi bu gerçeği değiştirmiyor..

Ýlgili YazýlarDüşünce, Siyaset

Editör emreakif on September 30, 2014

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar

Bir Önceki Yazý: