Çin’den Nasır’a teknoloji dersi

Muhammed Hasaneyn Heykel Mısır’ın herhalde en tanınmış gazetecilerinden biridir. Modern Mısır’ın siyasi tarihinin en önemli olaylarının tanığı olmasının yanı sıra Nasır, Enver Sedat gibi liderlerin çok yakınında bulunması da onun yazdıklarını birinci el kaynak olarak deÄŸerlendirmemizi saÄŸlar. Nasır döneminin en çalkantılı olaylarına tanıklık ettiÄŸi gibi, Mısır’ın bu güçlü adamının da adeta sırdaşıdır. Yıllarca yönettiÄŸi el-Ahram gazetesi, onun gazetecilik yeteneÄŸini sergilediÄŸi kadar Nasır dönemi Mısır siyasetini, tek adam yönetiminin faaliyetlerini okumanın tek mecrası idi. Bu nedenle yarı resmi el-Ahram bir bakıma Mısır’ın pravdası oldu.

Muhammed Heykel, Nasır döneminin önemli olaylarının doÄŸrudan tanıklıklarını aktardığı ‘Kahire Dosyası’ isimli kitapta OrtadoÄŸu siyaseti ve soÄŸuk savaÅŸ dönemi rekabetine dair çok ilginç bilgiler de aktarır.

Mısır’ın Ä°srail karşısında iyice yetersiz kaldığı, Amerika ve Batı bloÄŸu karşısında yaklaÅŸtığı Sovyetler’den beklediÄŸi desteÄŸi bulamadığı dönemler… Kızıl Çin’le iliÅŸkileri geliÅŸtirmek istemektedir. Çin OrtadoÄŸu’da, özellikle Sovyetlere karşı kendine alan açmak için Mısır’la her alanda iÅŸbirliÄŸine hazır olduÄŸu mesajı vermektedir. Nasır Mısır’ın iyice yalnızlaÅŸtığı dönemde bu bağımlılığı aÅŸmanın tek yolunun nükleer silahtan geçtiÄŸi sonucuna varır. Ve Pekin’in kapısını çalar. O ana kadar her türlü destek ve iÅŸbirliÄŸini cömertçe sergileyen Kızıl Çin yönetimi çok özel görüşmede nükleer teknoloji transferi isteÄŸi için çok net bir cevap verir: ‘Mr. Nasır, biz kendi imkanlarımızla bu teknolojiyi baÅŸardık. Sizde kendi imkanlarınızla elde etmelisiniz.’ Bu cevap soÄŸuk duÅŸ etkisi yapacak ve bir siyasi gerçeÄŸi daha kavrayacaktır Nasır.

Henüz Pakistan nükleer denemeyi gerçekleÅŸtirmemiÅŸti. Londra’da bir örgenci pansiyonunda endiÅŸeli bekleyiÅŸi çok iyi hatırlıyorum. Amerika’da nükleer fizik dalında doktora yapıyordu. Doktora çalışmasının en önemli kısmına gelmiÅŸ, bir adım sonra da akademik jüri karşısında savunacaktı. Bir yarıyıl tatilinde kısa süreliÄŸine Londra’ya gelmiÅŸ, hemen döneceÄŸi için de notlarını, çalışmalarını yanına almamıştı. Dönüşte vizesi olduÄŸu, üniversiteye kayıtlı bir öğrenci olarak yasal hiçbir sorunu olmadığı halde, gerekçe gösterilmeden Amerika’ya alınmadı. Teziyle ilgili çalışmaları, notları, kaynakları, birikimi tümüyle elinden gitmiÅŸti. Geri Londra’ya dönüp umutsuz giriÅŸimlerle tezini tamamlamaya, hiç olmazsa yaptığı çalışmalarına ulaÅŸmaya çalıştıysa da, nafile… Daha sonra Pakistan’ın nükleer denemeyi gerçekleÅŸtirdiÄŸi haberi iÅŸittiÄŸimde ilk aklıma gelen Pakistanlı doktora öğrencisinin geri çevrilme hikayesi oldu.

Teknoloji transferi Batı’yla girdiÄŸimiz yarışın, daha doÄŸru ifadeyle mücadelenin anahtar kavramlarından biri oldu. Batı’ya öğrenci gönderme, Batı’nın tekniÄŸini alma kaygısıyla baÅŸlar. 1830’larda askeri teknoloji transferi kaygısıyla Avrupa’ya gönderilenler bu alandaki zafiyeti gidermek amacıyla teknolojiyi transfer etmeleri beklenen, daha çok mühendislik eÄŸitimi alacak olan genç Osmanlılardı. Islahat Fermanı’ndan sonra, 19. yüzyılın ikinci yarısında gönderilenler de ağırlıklı olarak Batı’nın fen ve tekniÄŸini öğrenmek için gönderilen öğrencilerdir. Bir kısmının fabrikalarda çalışması, bizzat iÅŸletme ve teknolojik alanda gözlemde bulunmalarının istenmesinin temel nedeni de teknoloji transferidir. (Bu konuda Aynur ErdoÄŸan’ın ‘Yurt dışı eÄŸitim ve Türk modernleÅŸmesi’ baÅŸlıklı doktora çalışması önemli ayrıntılar veriyor.)

Batı’ya öğrenci gönderme konusunda radikal deÄŸiÅŸiklik Sultan Abdülhamid döneminde meydana geldi. 19. yüzyıl boyunca padiÅŸahlar düzeyinde Saray otoritesi, Avrupa’ya öğrenci göndermenin yanlış bir siyaset olduÄŸunu, verilen emek ve yapılan masrafı karşılamadığını tartışmış öğrenci göndermek yerine hocaların buraya getirilerek temel eÄŸitim verecek okulların açılması stratejisinin uygulamaya geçirilmesi için çaba sarf etmiÅŸtir. Sultan Abdülhamid ise modern okulların açılmasına hız vermiÅŸ ve teknolojinin içerde üretilmesi için giriÅŸimlerde bulunmuÅŸtur. Muhtemelen ilk denizaltı denemesi gibi dönemine göre çok ileri, teknolojik denemelerin Osmanlı’da gerçekleÅŸtirilmesini finanse etmesi de bu siyasetin bir parçasıydı.

Kendi adıma rahmetli Erbakan, ‘sanayi casusluÄŸu’ adına giriÅŸimlerde bulunduÄŸu yönündeki anlatımlarla üniversite yıllarında gözümüzde efsaneleÅŸmiÅŸti. Özellikle 1980 öncesi girdiÄŸi koalisyon hükümetleri döneminde baÅŸlattığı, her haliyle aceleci bir görüntü veren ‘sanayi hamlesi’ için teknoloji casusluÄŸu yapacak bir ekibin organize edilmesine çalıştığını ve bunun devlet içinde bazı bürokratik gerekçelerle (belki de siyasi nedenlerle) engellendiÄŸini Erbakan’ın yakınlarından dinlemiÅŸtik.

Batı’nın tekniÄŸini alma hikayesi Ä°slam alemi dahil DoÄŸu’nun çok eski bir meselesidir. Bunu kısmen erken baÅŸlatsalar da hemen hemen Osmanlı’yla denk zamanda Ruslar ve Japonlar denedi. Japonlar Batı’yı ürkütmeyecek, tehlike olmayacak kadar uzaktaydılar. Ruslar Batılılar tarafından DoÄŸulu görünseler de kendilerini Batılı sayan DoÄŸuluydular… En azından kendilerini Batı medeniyetinin parçası, ya da medeniyet içi bir rakip olarak görüyorlardı. Osmanlı-Batı iliÅŸkisi iki medeniyetin çatışmasına dayalı bir iliÅŸkiydi. Batı’nın yükseliÅŸi ancak Osmanlının geriletilmesiyle mümkündü.

BatılılaÅŸma maceramız biraz da bu ‘teknoloji transferi ile sınırlı iliÅŸki’ tartışması ile ‘Batı medeniyetini bütün olarak benimseyip benimsememe’ tartışmasının tarihidir. ‘Batı’nın ilim ve tekniÄŸini alalım, ahlakını almayalım’ formülasyonu sorunu çözmedi.

Bizim yaÅŸadığımız, karşı karşıya olduÄŸumuz sorun ne Rusların ne de Japonlarınkine benziyor. Hem jeostratejik, hem tarihsel, hem de medeniyet baÄŸlamında farklı bir yüzleÅŸme gerçekleÅŸtirmemiz gerekiyordu. Ruslar; olanca Asyalı, DoÄŸulu görüntülerine raÄŸmen Batı ile medeniyet sorunları olmadığını düşünüyorlardı. Sonuçta Ortodoksluk, doÄŸu Hıristiyanlığı demek olsa da Rusların bu çeliÅŸkiyi aÅŸmaları, Batı’yı tüm medeniyet deÄŸerleri ile benimsememeleri için bir neden görünmüyordu. Kaldı ki bu da zor ve uzun bir süreç alacaktı.

Japonların teknolojiyi elde etmeleri, kapitalizme adapte olmalarının önünde kültürlerinin engel olmadığı ortaya çıktı. Zira baÅŸarıları, Japon kimliÄŸi ve kültüründen çok bu kimliÄŸin kapitalist üretim ve toplum deÄŸerleri içinde erimesine dayalıydı. Bugün dünyada ateizmin en yaygın olduÄŸu ülkelerin başında Japonya’nın geliyor olması tesadüf deÄŸil.

Osmanlı’nın tarih sahnesinden silinmesi Batılılar için sadece emperyal bir mücadele, rekabet sorunundan ibaret deÄŸildi. Bir medeniyetin, yani Ä°slam medeniyetinin ortadan kaldırılması, Batı uygarlığının evrensel, biricik ve insanlığın geldiÄŸi son nokta olarak iÅŸaret edilerek tarihin sonunun ilan edilmesi sorunuydu. Nitekim Osmanlı’nın siyasi olarak ortadan kalkışıyla birlikte Batı kendinden baÅŸka hiçbir medeniyetin olmadığını iddia edecekti.

Tarih, Batı uygarlığının evrensellik ve teklik iddiasını çok çabuk çürüttü.

Bizim için sorun basitçe teknoloji transferinden ibaret değildir. Erken dönem modernleşme projeleri gibi kılık kıyafeti değiştirerek muasır medeniyetler seviyesine yükselme hayali de değildir. İslam medeniyetinin tarihsel birikimi, kaynaklarından beslenerek Müslümanların yeniden hayata dönmesi, dünyaya yaşanmaya değer hayatı gösterecek varlık sergileyebilme örnekliğini diriltmeleri meselesidir.

Ýlgili YazýlarDüşünce

Editör emreakif on October 26, 2013

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar