Bir köşk yangını

‘BoÄŸaz’ın bir incisi daha kül oldu’ baÅŸlıklı haberlere eskisi kadar sık rastlanmıyor. O kadar çok tarihi ahÅŸap bina yandı ki artık sıra büyük saraylara geldi. Feriye Sarayı’nın yanması kaybedilen incilerin akıbetini hatırlatıyor. Osmanlı mimarisinde özellikle ahÅŸap ve hafif malzeme kullanılmasını, hayatla kurulan fanilik iliÅŸkisine baÄŸlayan Turgut Cansever, bir medeniyetin hayat, insan, tabiat ve tarih ile kurduÄŸu iliÅŸkinin ruhunu veciz biçimde dile getirir. Bu fanilik düşüncesinin eseri güzellik abidesi evlerin, konakların adeta ‘dünyataparlık’ uÄŸruna yok ediliyor olması ne büyük çeliÅŸki. Ya ihtiraslarımızın yahut tarihe, kültüre, kendi benliÄŸimize karşı dehÅŸetli bir ihmalin kurbanı olmaktalar teker teker.

‘Ä°stanbul’un en prestijli sitelerinden biri olan, BoÄŸaz manzaralı Naciye Sultan Sitesi’nin kaçak olduÄŸu ortaya çıktı… Ortaköy’deki lüks sitenin ruhsatsız olduÄŸu, G Blok’ta dairesi bulunan iÅŸadamı DoÄŸan Kasadolu’nun kredi baÅŸvurusunun, dairenin imarlı konut niteliÄŸi taşımadığı gerekçesiyle reddedilmesiyle anlaşıldı. BoÄŸaziçi Ä°mar Müdürlüğü de üzerinde G Blok’un bulunduÄŸu arsanın dosyasında ruhsat, ruhsat eki proje ve iskan belgelerinin bulunmadığını bildirdi’ (Gazeteler, 15-08-2009).

‘BoÄŸaz’ın bir incisi daha kül oldu’ baÅŸlıklı haberin hayatımda derin izler bırakacağını hiç tahmin etmemiÅŸtim. Zaten o zaman hayat hızla akan bir nehir gibiydi; berrak, coÅŸkulu, hep taze, henüz birikintileri, tortuları olmayan çaÄŸlardaydık hepimiz. Feriye Sarayı’nın ilerisinde, Ortaköy-KuruçeÅŸme arasındaki dik yamacın tepesinde yer alan Abdurrahman PaÅŸa Köşkü üniversite yıllarımın en anlamlı yerinde durur. Tepeden sahil yoluna kadar olan geniÅŸ koruluk alandan oluÅŸan bahçesi, o zaman artık kullanılmayan sahilden zirvedeki binaya doÄŸru serviler arasında kıvrıla kıvrıla çıkan at arabası yolu, hele bahar zamanı açan her türden hudayinabit çiçeklerin baygın kokusu… hülyalı bir aleme sürüklerdi.

Tuğla yapılı zemin kattan basamakla çıkılan ilk kattaki geniş salonda güneş ışıkları, tam bir renk cümbüşü içinde adeta raks ederdi. Giriş kapısının üstüne ustalıkla yerleştirilen renkli vitraylar güneş doğarken olanca ışığı salona kırarak aksettirir ve rengarenk bir görüntü oluştururdu. Güneş batarken de karşı yöndeki renkli camlar farklı bir renk dünyasını salona aksettirirdi.

Ãœst kat en beÄŸendiÄŸim kısmıydı köşkün. Sol ön taraftaki oda, konumu ve görüş açısı ile köşkün en güzel odasıydı. Bir tarafta Bebek’ten Kandilli tarafına, daha da ileriye uzanan görüş açısı; saÄŸ tarafta BoÄŸaziçi köprüsünden Ãœsküdar taraflarına sarkan bir manzara sunardı. EskimiÅŸ de olsa, aÅŸağı-yukarı açılan pencereyi araladığınızda esen boÄŸaz havasına hanımelilerinin kokusu eÅŸlik ederdi.

BoÄŸazın her mevsim farklı güzelliÄŸine bu köşkte tanık olmanın, sadece hayranlık uyandırmadığını, ‘güzellik’ denilen kavramın ne olduÄŸunu idrak etmemi saÄŸladığını kesinlikle söyleyebilirim. Karlı bir kış gecesinde korulukta yürümenin yahut mehtabın insanı sarsan güzelliÄŸini top çamların altında izlemenin bitimsiz duygusunu, ÅŸiirselliÄŸini idrak etmek, ancak böyle bir mekanda gerçekleÅŸebilirdi diye düşünüyorum kendi kendime.

Tüm bu anlattıklarım, ilk elden köşk çaÄŸrışımının akla getirdiÄŸi varlıklı bir dünyanın iklimine ait deÄŸildi. Tam yaşını bilmesem de yüzyılı aÅŸkın tarihinde epeydir bakım görmemiÅŸ, arkasından Fransızca yazıların okunduÄŸu kalın koyu renk duvar kağıtlarının yer yer kalkmaya baÅŸladığı, sert rüzgarlarda her tarafından sızan esintileri iliklerimize kadar hissettiÄŸimiz, ahÅŸap döşemelerin her tıkırtıyı anında yansıttığı bakım isteyen bir yapı… Yine de geçmiÅŸ zamanın inceliÄŸinden, zevkinden izler taşıyan, nasılsa hemen yanı başındaki Naciye Sultan köşküyle birlikte ayakta kalmayı baÅŸarmış ‘BoÄŸaz’ın incileri’nden biriydi.

Mekanın kullanımı, odaların yerleÅŸimi, balkonsuz ama her yöne çıkma odaların olduÄŸu bu ahÅŸap köşkü unutulmaz kılan ise oluÅŸturduÄŸumuz gençlik hülyaları olmasa da heyecanlarıyla renklendirdiÄŸimiz arkadaÅŸ çevresiydi. Hemen her gün mutlaka ziyaretçimiz olur, heyecanlı tartışmaların yanı sıra safiyete bürünmüş yaÅŸantıyı diri tutardık; daha doÄŸrusu diriliÄŸimizi böyle saÄŸlardık. Kendi adıma ‘ömrümün asr-ı saadeti’ diyeceÄŸim bir deneyimdi. Benzer birliktelikler her mekanda kurulabilirdi; buradaki muhiti özel kılan mekanın bizzat kendisiydi. Sanırım böylesi bir mekanda baÅŸka türlüsü olamazdı.

Ve bu tarihi köşk bir gece ansızın yandı! Üst katta kullanılmayan bir odada yangın çıkmış ve kısa sürede bina küle dönmüştü. Köşkün içinde yangında kül olanlar arasında, öğrenci harçlıklarıyla oluşturulan kütüphane dışında kayda değer bir şey yoktu. Sadelik ve şaşaadan uzak köşkteki hayatımızın ne tür ihtirasları kamçıladığını tahmin edemezdik…

Bir zaman sonra tarihi binadan kalan büyük koruluğun içine herkesin gözü önünde inşa edilen beton yığınlarını görünce tarihin neden ve nasıl ihmal edildiğini kavramak daha anlaşılır oluyor.

Ýlgili YazýlarKültür

Editör emreakif on January 26, 2013

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar

Bir Önceki Yazý: