Ayşe Şasa’nın tarafı

Sanatçıların, yazarların, düşünürlerin hatta alanında şöhret olmuş insanların özdeşleştiği eşyası başkalarının ilgisini çeker. Bir sanatçıyı, düşünürü zihninde muhayyel bir yere yerleştiren hayranı onun da herhangi bir insan gibi takıntıları, alışkanlıkları olduğunu keşfettikçe belki de kendini ona yaklaştırmış olur. Okuduğu, hayran kaldığı eser sahibinin kendisine benzeyen bir gündelik hayata sahip olduğunu keşfetmesiyle hayranı kendini onda görmeye, önemli kılmaya başlar.. Şöhretin deşifre edilen her mahremi yeni şöhret adaylarına açılan bir davetiyedir artık… Popüler kültürün sanatçıların, film yıldızlarının, sporcuların sıradan hayatlarını kurcalaması, teşhir etmesi ile eşyasına dokunma hissi aslında kitlelerde şöhretin berisindeki ikona yaklaşma hissi veriyor. Bu nedenle teşhirci toplumun en önemli niteliklerinden biri, bireyin kendini teşhir etmesi kadar özendiği idolün mahremini teşhir ederek yığınlarda büyüklük, önemsenme hissi vermesidir.
Oysa erdemli bir toplumda şöhreti ne olursa olsun herkesin gündelik hayatı ve eşya ile ilişkisi bir diğerinden ayrıcalıklı değildir. Eşyaya ve günlük rutinlere anlam katan failinin bizzat kendisi. Bu durumda popüler isimlerin adeta kutsanan eşyaları tüketim toplumunun çarklarını döndüren ama anlamlı olanı da çarklar arasında öğüten bir sürece dönüşür.

Sanatçı yanından çok, bir hakikat avcısı olarak aramızdan iki yıl önce bu mevsimde ayrılan rahmetli Ayşe Şasa‘nın eşya ile ilişkisini bu çerçevede anlamlı bulmuşumdur. Ayşe Şasa denilince yakın dostları için ilk akla gelen bir sestir; telefondan gelen bir ses.. Onun hayatla, insanlarla kurduğu yegane bağlantılardan biri telefondu. Yüz yüze saatlerce sohbet etseniz bile, henüz ayrılır ayrılmaz peşinizden bir “alo” sesi sizi yakalayacaktır. Telefonu bir alet, bir eşya olarak işlevsel kılan onun telefon kullanma alışkanlığı değil şüphesiz. Bir hakikat avcısı olarak Şasa’nın elinde telefon; farklılıklara açtığı pencere, bilinmezi keşfe doğru bir yol, dostluğa kurulan köprüdür. Bu nedenle yıllar önce yine telefon ilişkisine dair yazdığım bir yazıda “meta-teleks” anlamı yüklediğini ifade etmiştim. Telefonla o kadar hemhal olmuş, telefon hayatına o kadar girmişti ki eşi Bülent Oran’ın, senaryosunu yazdığı “Gramafon Avrat” filminden mülhem takıldığını biliyorum.

Bir modern zaman sanatçısı olmasına rağmen Ayşe Şasa, ne şöhretinin ne sanatçılığının hakikatin önünde perde olmasına izin vermedi. Bu nedenle de ismi ile beraber anılacak kadar öne çıkan telefon ilişkisi kendinden bağımsız obje olmasına fırsat vermedi. Ancak bir sanatçı olarak hakikat avcısının elinde eşyanın nasıl anlam, daha doğrusu anlamlı işlev kazanabileceğine tanık olduk. Eşya, maddi varlığı kutsayan popüler kültüre inat onun işaret ettiği arayış karşısında önemsizleşti.

Ondan bana kalan bir hatıra ise, eşyanın simgesel düzlemde nasıl bir anlam dizgesini emanet bıraktığını hep uyarı olarak hatırlatır… Küre Yayınları’nın Millet Caddesi’nde olduğu yıllardaydı. Çok sık olmasa da kısa süreli dışarı çıkabildiği, sınırlı dost sohbeti yapabildiği günlerdi. Bir gün hep yaptığı üzere önceden telefonla bildirip ziyarete gelmişti. Çok ilginç biçimde, her zamankinden kısa tuttuğu ziyareti sırasındaki tedirgin hali hala gözümün önündedir. Çantasından çıkarttığı küçük kutuyu uzattı. Gümüş renginde kabzalı, üzerinde duaların yazılı olduğu kitap açacağı şeklinde kılıç vardı içinde… Ya da küçük bir kılıç modeli… Neden bu kılıç metaforunu tercih ettiğini kısaca açıkladı. Kapalı Çarşıda bundan üç tane yaptırdığını ve birini bana hediye ettiğini belirtip hiç beklemeden ayrıldı. Sanki hediye etmekten çok emanet ediyorum der gibi bir hal vardı ifadelerinde. Sanki üzerinden büyük bir yükten kurtulmanın, emaneti yerine teslim etmenin hafiflemişlik haline daha önce rastlamamıştım.

Bir sufi olarak manevi işaretlere, sembollere yüklediği anlam, her an “zuhurat bekleyen” iyimserliğinden öte bir hatıraya metaforik anlam yüklemesi bir yazarın eşya ile ilişkisini aşan bir durum elbette. Verdiği hediye ile adeta bir sorumluluk yüklemesinin, bir temenni dilemesinden başka kılıcın üzerindeki dua her şeyi özetliyordu.

Dostlukların göstergesi olarak paylaşılan hatıralar, armağanların mahremiyetini zedelemeden bu kılıç metaforu ve üzerinde yazılı dua ile Şasa’nın ortaya koyduğu duruş bence önemli. Müthiş bir iletişim ağına, sosyal çevresine rağmen taraf olan bir insandı. Kişisel olarak her biri konum ve şöhret sahibi eski dostlarıyla münasebetini hiç kesmedi. Adeta bir misyon adamı olarak ufacık bir umut ışığı gördüğü arkadaşlarına aşkla bağlandığı hakikati ulaştırma derdindeydi. Geldiği çevrenin bunalımlarını, zaaflarını yaşamış biri olarak mutlak gerçeği bulmanın mutluluğunu paylaşma coşkusunu yaşıyordu. Meşrebi gereği farklı olana daha hoşgörülü olmasına rağmen taraf olduğu yerde tavizsizdi.

Gönül yapmayı kendine yol bilen birinin iman – küfür ayrımında “keskin kılıç” metaforuyla tavrını koymasıdır onun tarafı.

lgili YazlarKültür

Editr emreakif on June 18, 2016

Etiket:

Yorumunuz

İsminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

Kişisel Blogunuz

Comments

Dier Yazlar