Avrupa bisikleti

‘Avrupa bisiklet gibidir, ilerlemezse düşer.’

Yukarıdaki cümle AB’nin kurucuları arasında bulunan Belçikalı Paul H. Spaak’a ait. Pazar günü yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra ortaya çıkan tablonun bana hatırlattığı ilk cümle bu oldu.

Aşırı saÄŸcıların Ä°slamofobik karakteri, baskın milliyetçi partilerin önemli oranda ilerlemeleri, hatta Fransa gibi AB’nin lokomotif ülkelerinde öne geçmeleri Avrupa fikrini savunan merkezi aklı karıştırdı. Ãœstelik sadece Fransa deÄŸil Ä°ngiltere ve Almanya’da da önemli kazanımlar edindiler, AP’deki sayısal dengeyi altüst ettiler. Dahası Avrupalıların kronik sorunu olan, aslında siyasete yabancılaÅŸma olarak okunması gereken ‘seçimlere katılımdaki düşük oran’ bu kez görece yükseldi. Seçimlere katılım arttıkça, Avrupa’nın en büyük iddiası olan demokratik katılım güçlendikçe istenmeyen sonuçların çıkması gibi ironik bir durum var ortada.

Avrupa’nın sadece coÄŸrafi bölge, ekonomik organizasyon ya da siyasal bir proje olmasından öte bir ‘uygarlık modeli’ olduÄŸunu savunanlar ya da böyle görmek isteyenler için seçim sonuçları can sıkıcı bir kâbusa benziyor. Ne kadar can sıkıcı olsa da Avrupa fikri olarak takdim edilen bu modelin kültürel arkaplanı, tarihsel tecrübesi, toplum modellerine bakılarak geleceÄŸinin nasıl ÅŸekillenmesi gerektiÄŸine karar veren, yönlendiren bir mühendislik boyutu olduÄŸu söylenebilir. Ulusdevletler üstü bir yapı oluÅŸtururken müphem geleceÄŸinin geçmiÅŸteki ortak köklerine inerek romantize edilen bir Avrupalılık kimliÄŸi inÅŸa edilmeye çalışıldı bu zaman kadar.

Bir uygarlık projesi olarak AB için idealize edilen ortak değer ve ortak geçmiş yeniden icat edilirken, yok sayılan, bastırılan ve tarih boyunca Avrupalıların neden birleşemediğini açıklamaya yetecek dinamik haldeki kimi özellikler de görmezden gelindi. Belki AP seçimlerinde ortaya çıkan tablo, bu hatırlanmak istenmeyen dinamizmle alakalı.

Avrupa’da yabancı düşmanlığıyla öne çıkan ‘aşırı sağın yükseliÅŸi’nin adlandırma düzeyindeki tanımın eksik bıraktığı iki temel sorunun yeniden uç vermeye baÅŸlamasıyla alakalı olduÄŸunu epeydir ihtar ediyordu. Bunlardan biri Avrupalıların tarihini teslim alan, belirleyen milliyetçilik, ikincisi de bu uygarlığı besleyen nehrin kurumaya baÅŸlaması, yani ekonomik tıkanmışlık.

Evet, Avrupa BirliÄŸi sadece ekonomik mekanizmadan ibaret deÄŸil ama gerçek ÅŸu ki, evrenselleÅŸtirilen tüm deÄŸer ve normlarının pratiÄŸe geçirilmesi, göz kamaÅŸtırıcı görüntüye hayatiyet katan temel dinamizm. Avrupa’nın teknik üstünlüğü ve ekonomik zenginliÄŸi sürdükçe bu AB uygarlık normlarının yaÅŸatılması sorun deÄŸildi. Ekonominin daralması, sömürgecilik çağından bu yana alışılan ve her ne pahasına olursa olsun sürdürülmek istenen refahın, tüketim alışkanlıklarının bozulmaya baÅŸlamasıyla Avrupalıların gündelik hayatlarındaki küçük kısıtlamaların bile beÄŸenmedikleri, küçümsedikleri Batı dışı toplumlara benzediÄŸini, hatta vahÅŸileÅŸtiklerini Batı toplumunu biraz gözleyen herkes bilir. Nehrin kuruması romantize edilen Avrupalılık deÄŸerlerini de, uygarlık projelerini de bir anda ayaklar altına alabilecektir.

Aşırı sağ, yabancı düşmanlığı olarak ortaya çıkan zor zaman eğilimleri, aslında Avrupalıların tarihsel kökenlerinde de hep diri olan milliyetçiliklerinin ilkel biçimde öne çıkması, iradelerini teslim almasıdır. Avrupalıları teslim alan milliyetçiliğin faturasının ne olduğuna tüm insanlık yeterince tanıklık etti. Burada yabancı düşmanlığı, İslamofobi olarak tezahür eden şey ilkel bir milliyetçiliğin modern siyasal forma bürünmesidir.

Avrupalıların milliyetçiliÄŸi sanılanın aksine sadece yabancılara, göçmenlere, Müslümanlara yönelik bir tehlike arz etmiyor, aynı zamanda hatta daha çok kendilerine karşı cepheleÅŸtirici bir ayrımcılığı körüklüyor. Avrupalılar milliyetçi hislerle birbirlerine karşı üstünlük duyarlar, yabancılara ve özellikle Müslümanlara karşı da düşmanlık beslerler. Bu ikisi arasındaki fark ÅŸu, yabancılara karşı ortak hareket edebilirler, ‘öteki’ne karşı Avrupalılıklarını hatırlayabilirler. Bunca farklılıklarına karşın tarihteki Avrupa’nın Batı dışı toplumlara karşı ortak tavırları buna iÅŸaret eder. MilliyetçiliÄŸi modern bir ideoloji olarak tarihe kazandıran Avrupalılardır; daha çok birbirlerine karşı geliÅŸtirdikleri tavırdır ve diÄŸer türden daha tehlikeli ve parçalayıcıdır.

AP seçimlerinde ortaya çıkan husus, bu açıdan ilk planda ulusüstü bir yapı olarak Avrupa Birliği içinde tek tek ulus devletlerin kendilerini koruma refleksidir. Bunun bir sonraki aşaması olarak Avrupa içi etnik, bölgesel milliyetçiliklerin alevlenerek siyaseti belirleyecek hale gelmesidir.

Hem Avrupa içi etnik milliyetçilik ateşinin alevlenmemesi, hem de ekonomik tıkanmışlığı aşabilmek Avrupa hattının ortak bir düşman, çıkar korkusuyla aşılmasına, savunulmasına bağlı gözüküyor.

Avrupa’yı bisiklete benzeten AB kurucu aklı, Avrupalıların bu refah ve gelir düzeyine mecbur olduÄŸunu da itiraf etmiÅŸ oluyor. Bisikletin devrilmemesi, insanlığın felaketine yol açacak siyasal, askeri kaosa sürüklenmemesi için bu refahı, hayat tarzını sürdürmeye mahkûm!

AB aklını temsil edenler biliyor ki, tek tek ulus ve ulusdevlet çıkarlarını gözeterek Avrupa uygarlık projesinin hiç bir çekiciliÄŸi, küresel iddialarının hiç bir anlamı kalmaz. Bu kritik süreci, ‘yeni dalga ‘yeni emperyalizm’ler devrini mi açacak yoksa eski günlerin yadıyla mukadder olana razı mı olacaklar’ tartışması belirleyecek; bekleyip göreceÄŸiz.

Ýlgili YazýlarDüşünce, Siyaset

Editör emreakif on May 27, 2014

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar

Daha Yeni Yazýlar: